(25.04.2024)
Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından Osamu Dazai’nin 1948’de yazdığı ‘İnsanlığımı Yitirirken’ adlı yarı otobiyografik eseri Japonya’da bugüne kadar en çok satılan ikinci kitap olmuş. Üstelik Japonlar tarafından ‘kamu malı’ sayılacak kadar da sahiplenilmiş. Kısa süre önce Türkçe’ye çevrilen kitabı bizim de ‘çok satanlar’ listesinde görünce aldım.
Japonlar’ın bu kitabı kamu malı sayacak kadar sahiplenmelerinin sebebi, yazar Dazai’nin kitabı yazdıktan kısa süre sonra henüz 39 yaşındayken sevgilisiyle birlikte bir nehre atlayarak intihar etmesi de olabilir. Daha önce de birkaç kez daha intiharı deneyen Dazai’nin son romanı ‘İnsanlığımı Yitirirken’ Japonya’da ‘edebi bir intihar mektubu’ olarak tanımlanıyor.
“Ben hâlâ ölmeyi becerememiş utanmaz, aptal bir hayaletten, yaşayan bir cesetten başka bir şey değildim” diyen Dazai, kitaptaki Oba Yozo karakteri üzerinden aslında kendi iç dünyasını okuyucuya aktarıyor.
Yozo’nun topluma dahil olmayı beceremeyen bu yüzden de ‘soytarılık’ yapıp etrafını güldürerek kabul görme çabasını okurken, Tolstoy’un, “Çok gülenlerin yüreğinde keskin bir acı saklıdır” cümlesi geliyor akıllara…
Yozo çevresindeki herkesi hayal kırıklığına uğratan, etrafına uyumlanmak için olmadığı biri gibi davranan, kendine ve her şeye yabancı bir ‘öteki’…
Oysa o da soruyor: Toplum denilen şey tam olarak ne oluyor? Toplum derken kendinden bahsetmiyor musun?”
‘İnsanlığımı Yitirirken’ aslında, toplum gerçekleri tarafından işgal edilmiş bir yaşamın hazin veda mektubu.
İnsana kendi insanlığını da sorgulatıyor!
Acaba Nasıl Bir Çocuktu(m)?
Çocukluğumuzda yaşadığımız acılar, bastırılan duygular, duyulmayan cümleler üzerine inşa ediyoruz kendimizi…
Kitapları 20’den fazla dile çevrilen Psikanalist Alice Miller’ın ‘Beden Asla Yalan Söylemez’ kitabını daha önce önermiştim. Şimdi de ‘Yaratıcık ve Yıkıcılıkta Çocukluk Travmalarının İzini Sürmek’ alt başlığıyla yayınlanan ‘İhmal Edilen Anahtar’ (Der gemiedene Schlüssel) kitabı ile ilgili birkaç cümle yazacağım. Miller kitabında, dünyada iz bırakmış önemli karakterleri çocuklukları üzerinden inceliyor.
Nietzsche’nin kadınlara ve dine neden bu kadar hakaret ettiğini, Hitler’in neden zalim ve katil olduğunu, ‘Büyük Taştan Surat’ lakaplı oyuncu Buster Keaton’ın neden hiç gülmediğini, her birinin çocukluğunda yaşadığı travmaların bıraktığı izler eşliğinde okuyucuya anlatıyor.
“Çocuklukta edinilen tecrübeler genel olarak önemsenmez ve zararsız görülür. Büyüklerin yani yetişkinlerin düşünce ve görüşlerini çocukluk tecrübeleriyle birlikte değil de saf altın değerinde görmenin, beğenmenin ve yorumlamanın yanlış olduğuna inanıyorum” diyen Miller, düşüncelerdeki içeriğin ve gücün çocukluk tecrübelerinden ayrı düşünülemeyeceğinin de altını çiziyor; “Çocukluk bilinmeden bir yaşamın anlaşılması mümkün değildir” diyor.
Yani bir insanı (ya da hatta kendimizi) anlamadığımız, suçladığımız, kızdığımız yerde hemen yargılayıp hüküm vermek yerine ‘acaba nasıl bir çocuktu(m)?’ diye bir durup düşünmek gerekiyor…