Bütün şimdileri peş peşe ekleyip oluşturduğumuz koca bir geçmiş ve bütün şimdileri uç uca ekleyip yaratacağımız bilinmez bir gelecek… Şimdi, geçmişin geleceği değil mi? Tam da şu an… Senin bu satırları okuduğun an, şimdi, benim bu satırları yazdığım geçmişten akıp gelmiyor mu? Benim şu an klavyenin tuşlarına dokunan parmaklarım, zihnimin geçmişten biriktirdiği pek çok şimdinin uç uca eklenmiş hali değil mi? Basit bir yazma ve okuma eyleminde bile geçmiş, şimdi ve gelecek iç içeyken… Zor konu zaman algısı, yanılsaması… Anlatması…
‘Şimdi’ ile ilgili görevi iyi-kötü hangi duyguyu getirirse getirsin idare etmek, tahammül etmek, yönetmek… ‘Geçmiş’ ile ilgili vazife zoraki de olsa gönüllü de olsa kabullenmek… ‘Gelecek’ ile ilgili görev ise belki de en karmaşık olanıdır. Kaygı, umut, hayal, planlama, öngörme, öngörememe, belirsizlik ve bir yığın duygu ve kehanet arasında dengede durup cesaret edebilmek… Pandora’nın açılmamış kutusudur gelecek… İroniktir; tüm kötülükler dünyaya yayılırken kutunun içinde bir tek umut kalmıştır.
‘Gelecek’ her zaman edebiyatın ve sinemanın da konusu oldu. Birazcık da olsa geleceği belirgin hale getirme arzusu ile sınırsız hayal gücünü sergileme ihtiyacı el ele veriyor ve büyüleyici romanlar, dehşete düşürücü filmler ortaya çıkıyor. Yirminci yüzyılın başında hayal edilen ‘geleceğin’ uçan arabaları gecikti ama yoldalar geliyorlar. Belki tam da beklendikleri zamanda değil ama mutlaka… Bugünün normali görüntülü konuşma, geçmişin fantastik bir hayali değil miydi?
George Orwell’in distopyası ‘1984’ gibi geçmedi yirminci yüzyılın sonları ama bazı ülkelerde yaşam belki de daha beterdi. Yirmi birinci yüzyılda ‘Büyük Birader’ tele-ekranları evlerimize kurmadı belki ama biz kendimiz gönüllü açtık sosyal medyaya salonlarımızı, mutfaklarımızı, yatak odalarımızı, hatta ayak parmaklarımızın aralıklarını.
Kubrick’in ‘2001: A Space Odyssey’sindeki kadar çabuk girmedi yapay zekâ yaşamımıza ama şimdi robotların âşık olma ihtimalini konuşuyoruz.
Yapay zekânın ve robotların insanlığa tehdit oluşturacağı, insanlığı işsiz bırakacağı, belki de bir gün insanlığın sonunu getirebileceği tartışılırken… Sürekli kendini geliştiren yapay zekâmızın, aklında yoksa bile bunu o kadar çok yazıp-çizdik, konuştuk, filmini çektik ki artık yapmasalar ayıp olacak zekâlarına.
Robotlar insanları işsiz bırakacakmış! Otomasyon dediğin robot değil mi zaten. Çoktan robotlaşma insanları işsiz bırakmaya başladı bile. Yapay zekânın silip süpüreceği mesleklerden söz ediliyor. Gözümün önünde satranç şampiyonu yapay zekâyı protesto eden avukatlar canlanıyor. Ama ya hâkim? ‘İnsan faktörü’ öyle hemencecik delikten aşağı süpürülebilecek gibi bir konu değil ki. Hâkimin bütün köşeleri dolduracak kadar beşeri kanaatini şimdi bir yapay zekâ mı verecek? Buna ‘AI kanaati’ mi denecek?
***
Karakterini, ses tonunu, ırkını, milliyetini seçerek sipariş edebildiğin yapay zekâlı robot sevgililer… Seçtiğin robottan dolayı ‘ırkçı’ damgası yemek söz konusu olabilecek mi?
Yapay zekâyı protesto eden avukatları önemseyemeyebilirim ama geçenlerde Elon Musk, beş yıla kadar yapay zekânın Dostoyevski gibi roman yazabileceğini söyledi. Çok çalışırsa ‘Tostoyevski’ gibi bile yazabilir. Yazabilir mi? ChatGPT’ye yazdırılmış Adana kebapla ilgili bir şiiri kahkahalarla okumuştum. Şimdilik duyguları ve ifadeleri taklit eden bir yapay zekâ… “AI duyguları öğrenebilir ama hissedemez” diyerek avunabilir miyiz, emin değilim.
Yapay zekânın bizi yenmesi engellenemeyecek. Kaçınılmaz olan bu gibi… Bunun için insanlığı yok etmesine de gerek yok.
Yapay zekâ tutarlı, istikrarlı ama ya insan? İnsan öyle mi? Bizim pek çok hikâyemiz almadığımız derslerden, akıllanmayan başlarımızdan, alınganlıklarımızdan, kıskançlıklarımızdan, hilekârlığımızdan çıkmıyor mu? İnsanın en büyük meziyeti kusurlu olması değil mi zaten? Yapay zekâ kusurlu olmayı da taklit edebilir mi?
İnsan biraz da çözememeyi, çözümsüzlüğü, gizemi, sırrı sevmiyor mu? Belki de bize her şeyi açıkladıklarında yaşamın hiçbir mânâsı kalmayacak. ‘Çözmeye çalışmak’ değil mi anlamı yaratan?
***
Sipariş veren buzdolabı, yerleri temizleyen robot, uyku derinliğini ölçen mobil aplikasyonlar… Konu teknolojik gelişme ise benim çıtam moleküler transfer… Beni buradan Gine Körfezi’ne ışınlayamayacak teknoloji yeterince gelişmemiştir. Kişisel olarak beklediğim gelecek bu. Bakalım ne zaman gelecek?
İş sadece teknolojiyi geliştirmekle de bitmiyor ki… İnsan faktörü dikkate alınmıyor. Enerji, uluslararası hukuk antlaşmalar, maliyet… Deri altında çip de olsa pasaport, sanal da olsa vize, damga olmasa da göz taraması… Sahi neden uçmuyor artık ses hızını geçen Concorde uçakları?
Covid_19 pandemisinde dillere pelesenk olmuştu: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!
İlk fırsatta eskisi gibi olmadık mı? Koşarak eskiye dönmedik mi?
Her şey hem çok değişiyor hem de pek çok şey aynı… Bu çelişkinin içinden çıkamamak da pek insana özgü sanki… Bir yanda kök hücre tedavisiyle gençleşenler bir yanda içecek temiz suyu olmayanlar… Bir yanda saç ektirenler diğer yanda tuvalete erişimi bulunmayanlar… Bir yanda üniversite bitirme tezlerini yapay zekâya yaptıranlar diğer yanda 50 milyon köle statüsünde zorla alıkonulup, çalıştırılan insanlar… Bir yanda elektrikli araçlar öbür yanda bir milyara yakın aç insan… Şimdide ortak değiliz, geçmişimiz ayrı, geleceğimiz birbirine çok yabancı…
Şoförsüz otomobiller, dijital deneme kabinleri, insansız gazeteler, yapay etler, iklim değişikliği, vs. vs. arasında bakalım kim geleceği nasıl öngörüyor. Alanında uzman kişilerden geleceği öngörmelerini istedim. Buyurun öngörülere…
Yarının İşini Yarına Bırakma
Ufuk Tarhan, Futurist / Ekonomist / Yazar
Önümüzdeki 5, 10, 15 ve 20 yıl içerisinde neler olabileceğini büyük ölçüde az görebiliyoruz. Nano teknoloji, biyo teknoloji ve genetik, 5G, yapay zekâ, web 3.0, metaverse, blockchain, kripto varlıklar, dijital para, dijital vatandaşlık, sosyal puan sistemi, robotlar, otonom araçlar, siber güvenlik, siber savaşlar, kuantum bilişimi, üç boyutlu teknolojiler, artırılmış gerçeklik (AR), sanal gerçeklik (VR), hologramlar, giyilebilir teknolojiler, yapay organlar, uzay çalışmaları, tarım teknolojileri, dikey çiftlikler, sürdürülebilirlik, iklim krizi, yenilenebilir enerji, elektrikli araçlar, mobilite, dronlar ve benzeri teknolojik gelişmeler; her alanda ve her kademedeki işin yanı sıra iş insanlarının sahip olması gereken yetkinlikleri de dönüştürecek. Daha doğrusu bireylerin ve kurumların yetkinlikleri dönüşmek ZORUNDA!
Değişim ve dönüşüm, özellikle pandemiden ve yapay zekanın uygulamaya geçmesinden sonra daha da hızlandı. Etki alanı genişledi. Trendlerini dikkate alarak, kendimizi ve işlerimizi geleceğe nasıl hazırlamamız gerektiğini analiz etmek çok kritik hale geldi. Yeni vizyon, strateji ve aksiyon planlaması geliştirmek zorunda olduğumuzu anladık. Ancak çoğumuz bu farkındalığı yoğun bir ‘kaygı’ sosunun altında baskılamaya çalışıyoruz. Hal böyle olunca aslında neler yapmamız gerektiğiyle ilgili oldukça net, somut, uygulanabilir fikirlere, bilgilere sahip olmamıza rağmen her şeyi gözümüzde büyütüyoruz.
Haksız da değiliz çünkü bir taraftan teknoloji yüzünden oluşacak müthiş değişiklikleri algılıyoruz ancak bir taraftan da bir türlü etkin şekilde ivmelenip, hayatın, işlerin içinde yaygınlaşamadıklarını gözlemliyoruz. Sanki o müthiş gelişmelerin önünde bir engel, tıkanıklık var gibi…
Evet doğru. Bir değil, birden fazla ve çok hayati engel var. Kısaca söylemek gerekirse, 1- Temiz ve sınırsız enerji. 2- Minimum 5G internet hızı, 3- Web 3, 4- Blokchain, 5- Kripto varlıklar 6- Kuantum bilişimi serbest ve tüm dünyaya homojen biçimde yayılmadan ‘Dijital Medeniyetler’in tam anlamıyla çalışması mümkün değil. Bunların olmaması halinde sorunları çözmemiz olası değil. O yüzden, önümüzde, o olacağından emin olduğumuz değişikliklerin olması, en başta saydığımız teknolojilerin bilgisayar, internet gibi yaygınlaşması için en az 10 yıl var.
Biz yine de sakın gevşemeyelim. Yarının işini yarına bırakmayalım. Geleceğe T-İnsanlaşarak hazırlanalım…
Merkezleri Yeniden Dağıtacağız
Ümit Alan, Yazar / İletişimci
Gelecek deyince ilerideki bir kavramdan mı söz ederiz yoksa gerideki bir kavramdan mı? Liverpool John Moores Üniversitesi’nden, Zaman Psikolojisi Profesörü Ruth Ogden’in bir makalesinde okumuştum, And Dağları’nda yaşayan Güney Amerika yerlisi Aymara halkı, geleceği arkalarında, geçmişiyse önlerinde olarak kavramsallaştırıyormuş. Fas’ta konuşulan Arapça lehçesi Darij’de, Vietnamcada, Mandarin dilinde de böyle bir kavramsallaştırmaya dair izler varmış. Bu perspektifin geleceği okuyabilmek için önemli olduğunu düşünüyorum.
O nedenle, geleceği okuyabilmek için önümüzde serili duran geçmişe bakmayı daha faydalı buluyorum. Bu da yeni sorular sormak demek. Birincisi “Merkezleri neden dağıtmıştık” sorusu.
İnternet, veri merkezlerinin tek bir yerde toplanmasına karşı geliştirilmiş, merkezleri dağıtan askeri bir teknolojiydi ama günümüzde birkaç büyük sosyal medya platformu tarafından yeniden merkezi bir form kazandı. Öyleyse, bunun tehlikesini yeniden anlayıp merkezleri dağıtma yönünde bir yere gideceğimizi okumak zor değil. Zaten platformların daha fazla sorgulanır olması, dünyanın her yerinde bununla ilgili davalar olması ve daha önemlisi platformların ana vatanlarının tartışılır hale gelmesi bunun göstergeleri. Geleceğin başlıklarından biri decentralization (merkeziyetsizlik) olacak. Merkezleri hangi nedenle dağıttıysak, aynı nedenle yeniden dağıtma ihtiyacı içindeyiz.
İnternetin dünyayı küresel bir köy haline getirdiği evvelden beri konuşulsa da insanlar arasında her zaman dil bariyeri vardı. Oysa çeviri teknolojileri, makine öğrenmesi ile birlikte inanılmaz bir ivme kaydetti. Herkesin kendi ana dilinde konuşarak karşısındakini anlayacağı bir dünyanın eşiğindeyiz. Babil Kulesi efsanesini hatırlayalım, Tanrı kendisine ulaşmaya çalışan insanların kibrine kızıp dillerini karıştırmış ve birbirlerini anlayamaz hale gelmelerini sağlamıştı. İşte bu efsanenin de sonuna yaklaşıyoruz. Herkesin birbirini anladığı bir dünya, nasıl olur bunun üzerine etraflıca düşünmemiz gerekir. Dil bilmeye, dil öğrenimine bu kadar önem atfedilen bir dünyadan, buna pek ihtiyaç duyulmayan bir dünyaya geçiş olacak ve bu ne yaratacak? Uzlaşma mı, yoksa yeni çatışmalar mı? Çünkü dil ideolojiyle iç içe işleyen bir mekanizmadır ve bir iktidar aracıdır. İkinci soru bu: Herkesin birbirini anlayacağı bir dünya nasıl olacak? Bu sorunun henüz bilmediğim cevabı, beni yapay zekâ alanındaki diğer gelişmelerden daha çok heyecanlandırıyor.
AGI adı verilen, genel yapay zekâya geçişin, yani insan zekâsını tamamen taklit eden bir yapay zekânın kapısının aralandığına ilişkin iddialar var. Paradoksal bir şekilde yapay zekâ insanlığı yok edecek mi diye konuşuyoruz ama yapay zekâdaki ilerlemenin sağlık sektöründe yani tedavi ve önleyici tıp konusunda yarattığı ve yaratacağı devrim de var. Tedavisi olmadığını düşündüğümüz birçok hastalığın çaresi, çok daha hızlı bir şekilde bulunacak. Üçüncü sorum bu: Peki insan ömrünün uzamasının dünyaya maliyeti ve sonuçları ne olacak? Üstelik yapay zekânın en azından geçiş döneminde işsiz bırakacağı milyonları düşünürsek, bu soru daha da önem kazanıyor.
Yapay zekâ teknolojilerinin gelişimi karşısında heyecanlanıyoruz ama yine önümüzde serili geçmişe bakarsak, bunu, ABD-Rusya arasındaki uzay yolculuğu rekabeti, nükleer enerji rekabeti, petrol savaşı gibi rekabet ve çatışma kaynaklarına benzetiyorum. Çünkü işlerimizi kolaylaştıran yapay zekâ makineleri muazzam bir enerji harcıyor. Elektrik üretimi ve depolanması konusunda yeni teknolojiler kaçınılmaz. Power to X, yani elektriği ısıya, hidrojene veya yenilenebilir sentetik yakıtlara dönüştüren teknolojilerde de gelişmeler gerekiyor. Bugünden yarına olmayacağına göre, geleceğe dair dördüncü sorum da bu: Yapay zekâ çağının ortaya çıkaracağı enerji ihtiyacı, iklim değişikliği ve barış zeminini nasıl etkileyecek?
Bu dört sorunun cevabı benim için gelecek demek. Bugün hayatta ve orta yaşlarda insanlar olarak, hepsinin cevaplandığını görecek kadar uzun yaşar mıyız emin değilim. Bu da ek soru olsun.
Seyahat Hürriyeti ve Kazasız Trafik
Ufuk Sandık, Otomobil Gazetecileri Derneği Başkanı / Gazeteci / Yazar
Otomotiv dünyasında büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Fosil yakıtlı otomobillerin yerini elektrikli otomobiller almaya başladı. Dünyada elektrikli otomobillerin satışları hızla artıyor. Yaklaşık 10 yıl içinde Avrupa’da benzinli ve dizel motorlu araç satılmayacak.
Otomotivde devrim yaratacak bir başka gelişme de otonom yani sürücüsüz otomobiller. Bugün itibariyle 2-3 seviye olarak nitelendirilen otonom otomobiller yollarda dolaşıyor. Ancak ileri seviyede otonom sürüş gelecekte birçok şeyi kökten değiştirecek.
Akıllı otomobiller sürücülerin hatalarını ortadan kaldıracak. Trafik kazaları sona erecek. Hem sürücüler hem de yayalar daha güveni seyahat edebilecek. Diğer taraftan bugün otomobil kullanamayan milyonlarca yaşlı birey ve engelliler de otonom araçlarla birlikte seyahat hürriyetine kavuşabilecek.
Otonom otomobillerin yollara çıkmasıyla birlikte bazı meslekler sona erecek. Profesyonel sürücüler işlerini kaybedecek.
Bununla birlikte otonom araçlar bazı sektörleri de etkileyecek. Trafik sigortası ve kasko ihtiyacı yeniden gözden geçirilecek. Bu yüzden sigorta gibi bazı sektörlerde radikal değişiklikler olacak.
Y ve Z kuşağının otomobil satın alma iştahı yok. Otomobile para harcamak yerine, telefon, bilgisayar gibi elektronik cihazları satın almayı tercih ediyor. Arkadaşlarıyla tatile, seyahate gitmek, otomobil sahibi olmaktan daha cazip geliyor onlara. Bunun yanı sıra otomobilin bakım, onarım, muayene vs. gibi işleriyle uğraşmak istemiyorlar.
Otomobile sahip olmak günümüzde önemini kaybetti. Otomobili A noktasından B noktasına götüren bir ulaşım aracı olarak görülüyor. Gençler sadece mobilite ihtiyacını karşılamak istiyor. Bu yüzden kiralama ve araç paylaşımı gibi ulaşım modellerine ilgi artıyor.
Bir örnek bugün yaşananları çok iyi anlatıyor. İngiltere’de bundan 50 yıl önceye göre ehliyet almak isteyen 18 yaşındaki gençlerin sayısı yüzde 30-40’lara inmiş. Yani düne kadar ehliyet almak için sabırsızlanan gençler, günümüzde aynı heyecanı hissetmiyorlar.
Türkiye’de ise durum Avrupa’dan biraz farklı… Gençler arasında Türkiye’de hâlâ otomobil sevdası devam ediyor. Bunun nedeni Türkiye’deki fiyatlar nedeniyle otomobile sahip olmanın çok zor olması. Bu yüzden otomobil prestij ve itibar aracı olarak görülmeye devam ediyor.
Teknolojik Gelişmeler Bizi Korkutmalı mı?
Recep Baltaş, Teknoloji Editörü
2023 yılının en moda terimi şüphesiz yapay zekâ. Bu durumun önümüzdeki yıl da devam etmesini bekliyorum zira yapay zekâ artık her alanda kendini göstermeye başladı. Peki yapay zekâ nasıl bir hızla ilerliyor? İşimizi elimizden alacak mı yoksa Metaverse gibi, VR gibi gelip geçici bir konu mu olacak? Öncelikle ilk soruyu cevaplayalım. Yapay zekâ muazzam bir hızla ilerliyor ve uzmanların görüşlerine göre beş sene içerisinde insan ile yarışabilir halde içerikler üretmeye başlayacak. Bence bu süre beş seneyi bile bulmayabilir zira şirketler yapay zekâyı hızlandırmak için özel çipler üzerinde çalışıyorlar. Halihazırda yapay zekâyı hızlandırmak için daha çok grafik işlemcilerden (GPU) esinlenen yongalar kullanıyoruz fakat bu durum yavaş yavaş değişiyor. Bu yongaların daha uygun maliyetle ve yüksek performansla üretilmesi, yapay zekaya erişimin hem maliyetini düşürecek hem de gelişimini hızlandıracak.
İkinci soruya gelirsek… Yapay zekânın artık hayatımızda önemli bir yer tutacağını düşünüyorum. Bu da söz konusu teknolojinin cebimize girmesiyle olacak. Örneğin halihazırda Siri’ye bir soru sorduğunuzda Siri sizi Google’a yönlendiriyor. Fakat yapay zekâ entegrasyonu sayesinde Siri artık doğrudan sorularımıza cevap verebilecek, fotoğraf albümümüzdeki gereksiz fotoğrafları kolayca silmemize yardımcı olacak ya da takvimimizi kontrol edip bir sonraki randevuyu hangi araya sıkıştırabileceğimizi saniyesinde söyleyebilecek. Peki bütün bu gelişmeler bizi korkutmalı mı?
İnsanlık olarak çözemeye çalıştığımız devasa sorunlar var. Bunların başında iklim değişikliği, hastalıklar ve verimli tarım gibi önemli konular geliyor. Hatta biraz daha ileriye gidersek bir sonraki gezegeni nasıl yaşanabilir hale getireceğimiz bile çözmemiz gereken bir konu. Süper bilgisayarlar vasıtası ile gelişmiş hesaplar yapabiliyoruz ama bu hesapları yaptırmak için nitelikli insanlara ihtiyacımız var. İşte yapay zekâ bizim burada düşünemediğimiz şekilde düşünebilir ve söz konusu hesaplamaları daha etkin bir biçimde yapabilir. Kuantum bilgisayarda programlama yapma konusunda bile emekliyoruz. Kuantum bilgisayarı bizden etkin kullanabilen bir yapay zekâ, kısa sürede insanlığa çağ atlatabilir. Son 100 yılda neredeyse son 1000 yıllık bilimsel gelişmeye şahit olduk. Yapay zekâ sayesinde son 10 yılda, son 100 yılın ilerlemesini kaydedebiliriz. İşte bu yüzden teknoloji konusunda geri kalan Avrupa Birliği gibi yapay zekâyı kontrol altına almak yerine kervan yolda düzülür yaklaşımı ile hareket edip bilimsel gelişmenin önüne ket koymadan ilerlememiz yararımıza olabilir.
İnsanlık olarak sorunlarımızı hızla çözmezsek yapay zekâ değil, biz kendimizi yok edeceğiz.
Yakın Gelecekte Lüks, Kolay Ulaşılır Olmamak Olacak
Yelda İpekli, Marka Uzmanı
Londra’da bir duvarda “Yaşamak istediğinizi yaratın” yazıyordu. Hepimiz bir hikaye anlatıcısı değil miyiz? Son nefeste elde bir hikâye kalıyor bize dair.
Hızdan mı emin değilim ama insanlar artık ‘keyif’ kodlu hikâyelerin kahramanı olmak istiyorlar. Marka deneyimini yaşamak artık haz almak ve keyif ile alakalı… Keyif ve haz en çok sürprizler karşısında duyduğumuz duygular. İşte bu yüzdendir markalar müşterilerini şaşırtmak için extreme sporlarla, sokak ortasında aniden karşınıza çıkan uygulamalarla ya da doğum gününüzde kendinizi bir Bond filminin içinde bulacak şekilde tasarlanmış oyunlara kadar aklınızı zorlayacak uygulamalarla başınızı döndürmeyi hedefliyorlar.
Lüks algısı, bireysel ve kültürel farkındalıklar ile çok bağlantılı. Döneme, ruh haline, coğrafyaya ve sosyolojik derinliğe göre değişiyor. Bir süre önce lüks, fiyat odaklı bir tanımdı. Pahalı olan, zor ulaşılan ‘lüks’tü. Sonra aidiyetle eşleşmeye başladı ve bir gruba ait olmanın simgesel tanımı olarak var oldu. Son dönemde ise ‘bir hikayenin kahramanı olmak’ ile eşdeğer. Günümüzde zihinde kalan bir an, lezzet, manzara, duygu lüksün tanımına eşdeğer. 2012 yılında Çin tüketiminin dikkat çekecek şekilde artmasıyla birlikte lüks sektör olarak varlığını kabul ettirdi. Moda, gıda, seyahat, otomobil, sanat, inşaat bile kendi lüks segmentini müşterilerine sunmaya başladı. Lagarfeld’li Chanel, H&M’in tasarımcı koleksiyonları ile yarattığı izdiham, Gucci’nin mobil sitesi ile lüksü ulaşılabilir kılması gibi birçok marka, müşterilerine farklı hikâyelerle ulaşmaya başladı. Sosyal medyada özellikle Instagram’da yaratılan hikâyelerle dolu.
Yeni lüks kavramında sürpriz var, yaratıcılık var, özgünlük var, trendleri belirlemek var, anlamak ve yorumlamak var (kopyalamak yok), yaşam tarzı vaadi var. İnsanoğlu için ulaşma arzusu en güçlü motivasyonlardan biri lüksün her ne olursa olsun tetiklediği bilinçaltı kavram da bu.
Yakın gelecekte lüks, kolay ulaşılır olmamak olacak. Bu sadece pahalılık anlamına gelmesin. Yaşam tarzı, zevk, hayat felsefesi olarak özgün bir çizgi yaratabilmek için stil geliştirmek; üründe, hizmette ve hatta hayatımızın tamamında en temel lüks kavramı olarak karşımıza çıkacak. Sosyal medya ve iletişim bıkkınlığı biraz daha içselleştirilmiş, farklılaştırılmış ’parmak izi’ tadındaki derinlikleri lüks kategorisinde tanımlanacak. Genetik kod çözüldü ancak duygusal kodlarımız hâlâ belirsiz. İşte yeni lüks kavramı tam olarak bu noktada başlıyor; duygusal kodların çözülebileceği, teknolojinin göbeğinde olduğumuz bu dönemde duygusal kodu çözmek lüksün sihri olacak.
Coco Channel’in “Gerekliliğin bittiği yerde lüks doğar” demesi en naif lüks yaklaşımıdır. Hayatımızdaki gerekliliklerin ne olduğunu bilmek bile lükse attığımız güçlü bir adım.