Pardon Bakar Mısın? / İpek Durkal

Sen Benim Kim Olduğumu Biliyor Musun!

Bir kitabın kapağına ya da tanıtım metnine vurulmuşluğum yoktur; ta ki Prof. Dr. Ramani S. Durvasula tarafından kaleme alınan ‘Sen Benim Kim Olduğumu Biliyor musun’ (Don’t You Know Who I Am) da ‘Narsisizm, Ayrıcalık Sanrısı ve Kabalık Çağında Ruh Sağlığımızı Korumak’ başlığını görene kadar…

Herkesin kendi çalıp oynadığı bu çağın, ‘kabalık’ olarak tanımlanması beni öyle motive etti ki, 515 sayfalık kitabın her sayfasını müthiş keyif alarak okudum.

Kendilerini özel ve ayrıcalıklı sanan insanların benmerkezci tavırlarını, dört bir yanımızı saran gösterişçiliğin, samimiyetsizliğin, hoyratlığın ve kabalığın sağlıklı bireylerin psikolojisini nasıl yorduğunu anlatan Prof. Dr. Durvasula, aile bireylerinden arkadaşlara, yöneticiden öğretmene kadar aklınıza gelebilecek her türlü ilişkide yaşadığımız bu marazı tane tane anlatmış.

Kitabı okurken, toksik kişilerle nasıl baş edebileceğimizi yani ruhsal sınırlarımızı ve içsel huzurumuzu nasıl koruyacağımızı öğreniyoruz. Ayrıca karşı tarafın neyi, neden yaptığını ve bu durumda bizim neyi, neden yapmamız-yapmamamız gerektiği tüyolarını da alıyoruz. Narsistik kişilik bozukluğu konusunda uzman ABD’li bir klinik psikolog ve üniversite profesörü olan Ramani S. Durvasula’nın önsöz bölümünün içinden seçtiğim şu cümleler kitabı okumam için yeterli: “Düzen şu anda her formuyla narsisizmi ve insan maraziliğini mükafatlandırıyor. Narsisizmi, psikopatiyi, kabalığı ve materyalizmi ödüllendiren bir dünyada merhamet ve empati önermek zor… Narsist insanların hiçbir bedel ödemeden acımasızlığa devam etmesine olanak veren o ‘ikinci şans’ ve ‘affedicilik’ mesajlarının pompalanmasına da öfkeliyim.”

Okuyan herkesin kendinden, kendi uzak-yakın ilişkilerinden ve yaşadığı toplumdan çok tanıdık bulacağına inandığım konu başlıkları içinde ben özellikle sosyal medya ile çok iç çe olan ‘onay arayışı’, ‘kardeşlik’ ve ‘arkadaşlık’ bölümlerinde takılı kaldım. Sanırım kendime dönüp dönüp okuyacağım yeni bir başucu kitabı buldum.

Atalarımız, “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” derdi ya, bence bu ‘kabalık çağı’nın mottosu da şu olmalı: “Bana arkadaşının sosyal medya adresini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”

AUSTER’IN VEDASI  

‘New York Üçlemesi’, ‘Şans Müziği’, ‘Ay Sarayı’, ‘Brooklyn Çılgınlıkları’, ‘Tikbuktu’ gibi eserleriyle tanıdığımız Amerikalı yazar Paul Auster geçen yıl, 77 yaşında hayatını kaybetti. Auster ömrünün son iki yılında romanlara konu olacak bir aile trajedisi yaşadı. Önce, 10 aylık torunu (detayları kamuoyuna hiç açıklanmayan bir zehirlenme sonucu) ardından da oğlu  (aşırı dozdan) hayatını kaybetti. Neyse konumuz bu değil. Konumuz, Auster’ın hayattayken yayınlanan son romanı ‘Baumgartner’.

Edebiyat dünyasında Auster’ın ‘veda eseri’ olarak görülen romanın ana karakteri Prof. Baumgartner de tıpkı Auster gibi hayatının son döneminde… Eşi Anna’nın vefatının ardından yas tutan ve emekliliğe hazırlanan Baumgartner’ın geçmişle hesaplaşması, yalnızlık duygusu, yaşlandığını fark etmesi, yaşam ve ölüm üzerine düşünceleri, hayattan beklentileri kimi yerde hüzünlü kimi yerde de mizahi bir dille anlatılıyor.

Auster romanlarını okuyanlar bilir ki o, büyük olaylardan çok gündelik hayatın sıradan anlarına odaklanır. Ağdalı cümleler yerine basit ama derinlikli bir dili tercih eder. Auster’dan başka kim pantolon fermuarının açık kalması ile yaşlanmayı birbirine bu kadar iyi bağlayıp okuyucusuna da o anı yaşattırabilir?

Yaşlanmak, ölümlülük ve yaşananların bıraktığı izler üzerine keyifle okunacak bir eser. İyi ki vardın Paul Auster…