
Pera Müzesi’nin yeni ve kalıcı koleksiyon sergisi, “Sıradışı Minas”ın izini sürüyor. Kütahya çini ve seramiklerinde esin ve yeniliğin hikâyesine odaklanan sergi, yaklaşık iki yıllık bir ekip çalışmasının ürünü. Yavuz Selim Güler’in küratörlüğündeki sergi, insanın güçlü, tarihin kırılgan ‘Minas’ını el üstünde tutan nezaket ve ayrıntı yüklü karakteriyle, müzenin üstlendiği hafızanın kalitesini de perçinliyor
Bu yıl 20’nci yılını kutlayan Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, geçtiğimiz günlerde çok özel bir koleksiyon sergisine daha imza bıraktı. 19’ncu Yüzyıl sonu ile, 20’nci Yüzyıl başında üretim yapan Kütahyalı seramik ustası Minas Avramidis’in (1877-1954) yaşam öyküsü özelindeki sergi, “Sıradışı Minas: Kütahya Çini ve Seramiklerinde Esin ve Yeniliğin Hikâyesi” başlığını taşıyor. Vakfın Kütahya seramiklerine olan yoğun ilgisinin temelinde bilhassa, merhum Suna Kıraç’ın bu alana yönelik samimi merakı ve sahiplenici tavrı bulunuyor.
Pera Müzesi Direktörü M. Özalp Birol’un verdiği bilgiye göre, vakıf koleksiyonunu gerek ağırlık ölçüleri koleksiyonu, gerekse tarihsel fotografik bellek ile oluşturan bu çok yönlü çabanın omurgasında, yine aynı bünye ve aynı ilgi bulunuyor. Direktör Birol, Suna Kıraç’ın yaşamının son döneminde Fransa’da bulunan 1913 tarihli Musée Jacquemart-André’de açılan Kütahya ağırlıklı seramik sergisinden duyduğu mutluluğu da hatırlatarak, Suna Hanım’ın bu yaklaşımını ilerideki sergileriyle de onurlandırmaya gayret ettiklerini ifade ediyor. Bu yönde Pera Müzesi’nin açtığı “Kahve Molası” ve “Gelecek Hatıraları” sergilerine değinen Direktör Birol, bu yeni serginin de mimarı, Pera Müzesi kadrosuna yeni katılan küratör, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde de bolca alkışlanan akademisyen Yavuz Selim Güler’den övgüyle söz ediyor.
“Sıradışı Minas: Kütahya Çini ve Seramiklerinde Esin ve Yeniliğin Hikâyesi” sergisi için İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün katkısını da alan Pera Müzesi’ndeki sergi, toplam adedi (şimdilik) 54’e erişen Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kütahya Çini ve Seramikleri Koleksiyonu’ndan seçme eserlerle bütünleşiyor. İlk kez izleyici karşısına çıkmış eserleri içeren sergi, müzenin basın ve kamuoyuna yaptığı bilgilendirmeye göre, “Çini üretiminin yalnızca geleneksel tekniklerle değil, dönemin sosyal ve kültürel dinamikleriyle nasıl biçimlendiğini de gözle görünür kılıyor.” Küratörlüğünü Güler’in üstlendiği serginin bir diğer özelliği, 2025 yılı başında, vakfa bağışlanan Sotiris Christidis Taşbaskıları ve Minas Avramidis’in bu kaynaklardan esinle ürettiği “Genovefa” serisini ilk defa bir araya getiriyor olması.
Ekim 2003’te Suna, İnan ve İpek Kıraç tarafından kurulan Vakfın düzenlediği etkinlik odağındaki Avramidis, dönemin Osmanlı İmparatorluğu’nca yansıtılan kültürel çeşitliliğin, sosyal kozmopolitanizmin içinde yetişmiş bir zanaatkâr olarak niteleniyor. Burada tarihsel bir parantez açmak gerekirse, üstat Minas Avramidis 1842 ve 1918 arası tahtta kalmış 34’ncü Osmanlı Padişahı, 113’ncü İslâm Halifesi İkinci Abdülhamid döneminde de yaşamış olmasıyla kayda geçiyor. Böyle diyoruz, zira Abdülhamid de, çöküşe giden, büyük toprak yitiren imparatorluğun modernleşmesine gösterdiği titizlik kadar, döneminde kurulan okullar üzerinden sanata gösterdiği ilgiyle de biliniyor. Bu aşamada, padişahın klasik Batı müziğine, Opera sanatına ilgisi, keman, piyano çalabilmesi, marangozluk ve ressamlığa gösterdiği çabayı da, bir köşeye not almakta fayda bulunuyor.
Bu tarihsel sahneyle, 1877’de Kütahya’nın Rum Ortodoks mahallesinde doğan sanatçı Minas Avramidis, taş ustası olarak başladığı meslek hayatını çini ve seramik alanında ilerletmesiyle tanınıyor. Nitekim 18’nci Yüzyıl’da, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında birçok ev, cami, kilise ve kahvehane, Kütahya çini ve seramikleri ile süsleniyor. Ancak, yine müzeden aldığımız bilgiye göre, Avrupa ve Uzakdoğu çıkışlı seramik ve porselenlerle rekabetini kaybeden bu nazik alan, 18’nci Yüzyıl sonlarından itibaren kalite ve üslûp bakımından gerilemeye başlıyor. Dönemin usta, kalfa ve çırakları farklı alanlara yönelirken, yüzlerce yıllık Kütahya çiniciliği de, birkaç atölye hariç, uzak geçmişten bir miras olarak nitelenmeye başlıyor.
Öyle ki, 19’ncu Yüzyıl başında, çiniciliği öğretecek sadece bir avuç zanaatkârın kaldığı ifade ediliyor. Ancak bu yüzyılın sonuna doğru ise bu alan, kendi içinde bir yeniden doğuş sürecine giriyor ve özellikle Osmanlı yapılarındaki çinilerin restorasyonu için Kütahyalı ustalara verilen siparişler, kentin de kimliğini tekrar kucaklamasına vesile oluyor.
Kütahya’da mevcut birkaç atölyeden birinde yetişmiş Avramidis’in çalışmalarında özellikle geliştirdiği figürlü kompozisyonlar ile, anlatı içeren çalışmalar başı çekiyor. Uzmanlar, Avramidis’in eserlerinde “geleneksel motifleri çağdaş bir anlatı diliyle” yorumladığı görüşünde birleşirken, sanatçının üretim haritası da Selanik, Atina, Kütahya ve dahi Kudüs’e kadar uzanıyor.



Avramidis, önce Atina’daki “Kutahia” fabrikasında ustabaşı olarak çalışarak, fabrikada çalışan diğer muhacirlere bu zanaatın inceliklerini öğretiyor. Bunun ardından, coğrafi yapısı Kütahya’ya benzediği için birçok Kütahyalı muhacirin yerleştiği Florina’da, seramik üretimini sürdüren Avramidis, mübadelenin ardından, 1926’da ise – 1912’de Osmanlı’dan çıkmış İmparatorluğun ikinci büyük yerleşimi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de doğum yeri – Selanik’e taşınıyor; burada kurduğu yeni atölyesinde, Kütahya seramiklerinin formlarından ve çini desenlerinden ilham alıyor ve bunları, Bizans ve klasik Yunan seramik gelenekleriyle harmanladığı özgün üslûbuna erişiyor.
Serginin odak noktasında, yukarıda da değindiğimiz ve bu harmanlama biçiminin somut delili, “Genovefa Hikâyesi” bulunuyor. Müzeden aldığımız bilgiye göre, Beylikler Dönemi itibariyle çini üretiminde öncülük etmiş Kütahya’dan yükselen sanatçının 1910’lu yıllarda ürettiği bu ‘tasvirli seri’ çalışmalar, dört sahneyi kapsıyor. Sadakat, sabır ve bağışlama gibi temalar, bu seride Genovefa’nın hikâyesini peş peşe gözler önüne seriyor. Usta Avramidis’in, soyadını ilk kez kullanarak ürettiği bu hikâyeyi, 19’ncu Yüzyıl sonlarında hazırlanmış Karamanlıca tercümeden aldığı ilhamla yorumladığı belirtilirken, tam da bu süreçte, dönemin Rum mahalle kahvelerine asılmış bir Christidis taşbaskısının, Minas Usta’nın ilham gücünü pekiştirdiği varsayılıyor.
Küratör Yavuz Selim Güler bu sergi ile, Kütahya çiniciliğindeki yerleşik renk, form ve bezeme anlayışını sorgulamaya odaklandığını belirtiyor. Ona göre, “Kütahya’ya yönelik ilgiyi gün ışığına çıkaran sergi ayrıca, çini ustalarına da yer vererek, koleksiyona yeni açılımlar da kazandırmayı” hedefliyor. Yaklaşık bir buçuk yıl öncesine uzanan bir çalışmaya dönük sergi için konuşan küratör Güler, “Mikro – tarihsel” bir yaklaşımla, Avramidis’in yaşamına yoğunlaştığından bahsediyor.
Araştırmaları sırasında pek çok okuma da yaptığını söyleyen Güler, bu kapsamda Nikos Kazancakis’in kült “Yeniden Çarmıha Gerilen İsa” romanını da listesine aldığını ifade ediyor. Küratör burada, yazarın Likogrisi köy tasviri sırasında kaleme aldığı kahvehane yorumu esnasında ilettiği taşbaskı bölümü sayesinde, dönemin Osmanlı – Rum cemaatinde popüler hale gelen Avrupa menşeli “Genovefa Hikâyesi” ile karşılaşarak, bize paralel okumalar yaptığını açıklıyor. Bu yönüyle hikâye ile esin kaynağı da, 110 yıl sonra ilk kez bir araya gelmesiyle büyük bir kıymete ulaşıyor. Öte yandan Avramidis’in Kütahya’da çalıştığı ve yaşadığı dönemde Yordannis Tellaloğlu’nun kahvesine gitmeyi çok sevdiğini paylaşan Yavuz Selim Güler, bu kahvehanede de, büyük ebatta bir çini pano yaptığından ve burada da, son Bizans İmparatoru Konstantin’i İstanbul surları önünde tasvir ettiğinden söz ediyor.
Küratör Güler’le yaptığımız özel sergi turunda, etkinliğin kurgusunda bize, ilk bölümüyle bir çini ustasının gelenekle olan ilişkisini yansıttığını ifade ediyor. “Uzak Geçmişteki Miras” bölümü, Avramidis’in kaybolmaya yüz tutmuş çinicilik geleneği ile bağlarını yansıtırken, serginin ikinci bölümü, “Esin ve Yenilik” başlığını taşıyor. Ustaların hayal dünyalarını gözler önüne seren bu bölümün akabinde, Kütahyalı ustaların Selçuklu ve Osmanlı geleneğine olan bağları ortaya konuyor. Sergi bununla birlikte, tabaklardaki çok katmanlı anlatımın da altını çiziyor. Sanatçının ürettiği eserler öyle ki, dönemin bir gazetesi kendisinden, bir zanaatkârdan öte, bir sanatçı olmaya yaklaştığının da delilleri halini alıyor. Bununla birlikte serginin dördüncü bölümü de, Yordannis’in kahvesine referansla, “Esin ve Eser”i bir araya taşıyor. Öte yandan serginin logosu ise, tipografik olarak, Avramidis’in Selanik’te yaptığı, ancak günümüze ulaşmamış çini tasvirlerinden ilham alıyor.
Dört ana bölüm ve bir yan bölümden oluşan, ABD Kongre Kütüphanesi’nin arşivinin de katkılarıyla hazırlanmış sergide bu kapsamda, öne çıkan detaylar ve eserler arasında, Kudüs Surp Hagop Ermeni Kilisesi’ndeki erken 18’nci Yüzyıl Kütahya çinilerine ait görseller, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Arif Hikmet Koyunoğlu Koleksiyonu’na ait, 20’nci Yüzyıl başı Çark Ustası’nın fotoğrafı, ya da koleksiyonun en nadir işlerinden bir “Buhurdan” da yer alıyor. İlgii parça 1700 ile 1750 arasına tarihlenirken, eserin “Kesilmiş kaz tüyünün içine merkep yelesi yerleştirilerek yapılmış fırça ve kobalt mavisi, turkuvaz, mangan moru, kırmızı, yeşil ve antimon sarısı boyalar”dan üretildiği belirtiliyor.
Bunun gibi, serginin bir diğer parçasında 1910-1920 tarih aralıklı bir seramik tabak da öne çıkarken, tabağın merkezindeki madalyonda, Osmanlıca “Bu da geçer ya Hû” ifadesi dikkati çekiyor. Yine sergideki 1908 tarihli bir tabakta ise Osmanlıca “Yaşasın Vatan Hürriyet” tabiri öne çıkarken, etkinliğin çok ilginç bir dizi parçası ise, 1890 ile 1920 arasına tarihlenmiş “Kapaklı Rakı Şişesi, Meze Tabağı, Bardak ve Tepsi” olarak not edilebiliyor.
Müze koleksiyonunu tarihle kucaklaştıran 20 eserle bütünleşen sergide bu yönüyle, yine 200 yılı aşkın tarih aralıklı tabaklar, çini panolar, şekerlikler, sütlükler, vazo setleri, hayvan ve insanların betimlendiği nazik vazo ile biblo kompozisyonları ve dahi Osmanlı Mimarlık Sanatı ile ilgili özgün arşiv materyalleri, adeta resmigeçitte bulunuyor.
Özetle sergi, insanın güçlü, tarihin kırılgan ‘Minas’ını el üstünde tutan nezaket ve ayrıntı yüklü karakteriyle, müzenin üstlendiği Kütahya mavisi, evrensel hafızanın kalitesini de perçinliyor.
Bilgi: https://www.peramuzesi.org.tr/sergi/siradisi-minas/1312