Mario Vargas Llosa Anısına / Alive’da Ayın En Çok Okunanı

28 Mart 1936’da Peru’da doğan Llosa, doğumundan kısa bir süre sonra ailesinin boşanmasının ardından çocukluğunu annesiyle birlikte Bolivya’da geçirdi. Din üzerine eğitim veren bir okula başlayan Llosa, babasıyla tanıştıktan sonra eğitimine askerî okulda devam etti. Yazarlık kariyerinin temellerini bu okulun son yıllarında amatör gazetecilik yaparak attı. 16 yaşında (1952) yayınladığı ilk eser, İnka’nın Kaçışı adlı oyundu. 1953 yılında üniversite hayatına başlayan Llosa, hukuk ve edebiyat üzerine eğitim aldı. Çeşitli dergilerde öykülerini de yayınlamaya başlayan yazar bu sırada gazetecilik yaptı ve dergilerin yayın kadrolarında çalıştı. 1963 yılında ilk romanı olan Kent ve Köpekler’i yayınladığında büyük ilgi gördü ve bu romanı birkaç ülkede yayınlandı. Sonrasında Londra’ya taşınan Llosa burada Latin Amerika Edebiyatı üzerine dersler verdi. Ülkesi Peru’ya döndükten sonra siyasete atılan yazar, başkanlık seçimlerine katıldı fakat başarılı olamadı. Gençliğinde siyasi olarak sol görüşü benimsemiş olmasına rağmen daha sonradan muhafazakar bir çizgide ilerlemiştir. 13 Nisan 2025 tarihinde aramızdan ayrılan yazar, 2010 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış ve Julio Cortazar, Jorge Luis Borges ve Gabriel Garcia Marquez gibi yazarlarla Latin Amerika Boom akımına büyük bir katkı sağlamıştır.

Yazarla tanışmam, okumalarımın yavaşladığı bir dönemde oldu. Kitapçıda gezerken adıyla dikkatimi çeken Teke Şenliği kitabını incelemeye başladım. Yazarın gerçek olaylardan esinlenmesi ve bunları kurguyla birleştirmesi ilgimi çekmişti. Bir yandan kitabı incelerken bir yandan da kitabın konusunu oluşturan olayları araştırdım ve kitabı almaya karar verdim. Kitap, 1930 – 1961 yıllarında Dominik Cumhuriyeti’ni diktatörlükle yöneten Trujillo Molina’nın -bir diğer adıyla Teke- halka yaptığı baskı, işkence ve uğradığı çeşitli suikastları anlatmaktadır. 1918 yılında Dominik ordusuna katılan Trujillo, ABD deniz piyadelerinden eğitim alır. Ulusal Muhafız Birliği’nde albay rütbesine yükselen Trujillo, ABD’nin ülkeden çekilmesinden sonra bu birliğin başına geçer. 1930 yılında dönemin başkanı Horacio Vasquez’i askerî darbeyle devirerek yönetimi ele geçirir. Ardından başkomutanlığı da üstlenen Trujillo yakınlarını yönetimde önemli kadrolara yerleştirirken, kendi özel gizli polis teşkilatını da kurarak rakiplerini acımasız bir şekilde ortadan kaldırmak için bu örgütü kullanır.  Dominik’te üretim yapılan toprakların neredeyse tamamına sahip olur ve halk bu topraklarda sadece Trujillo için çalışır. Halk yoksulluk içinde hayatta kalmaya çalışırken Trujillo gösterişli ve lüks hayatına sarayında devam eder. Bu kadar baskıya ve suikasta rağmen muhalefet güçlenmeye devam eder. Yazar bize bu konuyu üç farklı bakış açısı üzerinden aktarmaktadır; Trujillo’nun en yakın adamlarından birinin kızı olan Urania, suikast planı yapanlar ve son olarak Trujillo’nun ta kendisi. 14 yaşında ülkeden ayrılan Urania 49 yaşında ülkesine geri döner ve bize hikayesini anlatmaya başlar. Urania, babasının görevinden dolayı yönetime oldukça yakın bir çocuktur. Fakat bu yakınlık onu ne kadar koruyabilir? Urania geçmişe gidip o dönemleri anlattıkça yaşanan acıları daha iyi görüyoruz. Hem yazarın anlatım tarzı hem de çevirinin oldukça güzel olmasından dolayı satırlar arasında kaybolmamak mümkün değil. Okurken kendime hep şunu sordum; “Hangi olay kurgu hangisi gerçek?”. Çünkü bazı yerlerde anlatılan olaylar insanın kanını donduracak cinsten. Rejimin baskısı, Urania’nın hikayesi ve rejime direnenlerin yaşadıklarını okudukça eminim siz de bu soruyu soracaksınız… Duygusal açıdan kolay bir okuma olduğunu söyleyemem, fakat elinizden bırakamayacağınız bir kitap olacağına eminim.

“Bir kitap açık olduğunda konuşan bir beyin, kapalı olduğunda beklemede olan bir arkadaş, unutulduğunda bağışlayan bir ruh, yok edildiğinde ağlayan bir yürektir.”

“Trujillo benliğinizin derinliklerinde gizli kalmış mazoşist eğilimleri gün ışığına çıkardı. Yüzünüze tükürülmeye, kötü davranılmaya ihtiyacınız vardı, aşağılandıkça kendinizi başarılı hissediyordunuz.”

“Bir fincan kahvenin ya da bir kadeh romun tadı başka gelirdi herhalde insan özgür iradesiyle hareket edebildiğinde.”

“Sonunda Dominik Cumhuriyeti normal bir ülke olabilecek miydi? Seçimle gelen bir hükümete, bağımsız bir basına, adını hak edecek bir adalete sahip olabilecek miydi?”

“Umutları yitirmemeli…”

Yazar: Sercan Şentuna

Editör: Sibel Demirayak