Dijital olanın, akıl hızındaki demokratik sivil hareket kabiliyetiyle fiziksel olana müdahil olabildiği bir çağda yaşıyoruz. Ve kültür ile sanat da ister istemez bundan nasibini alıyor. Türkiye ve Dünyadan bellibaşlı örneklerle, dijital sanatın bugünkü ‘hava durumu’na bakmak isterseniz, bir ‘tık’ yeterli
Şimdi, ‘mouse’ları biraz geriye alalım: Türkiye’de, örnekleri dile kolay yirmi seneye koşan bir süreden bu yana görülmeye başlanmış ‘Dijital Sanat’ sergileri, gerek ‘müze’, gerek ‘sanat sergisi’ ve gerekse süreç odaklı bireysel veya kurumsal teşhir – tecrübeleriyle, artık hayatlarımızı yönlendiriyor.
Aralarında 2000’lerde üzerinde çalıştığı sanat yıllığı projesi sürecinde de tanıklık ettiğim Zeynep Rona Sanat Arşivi’nin de yer aldığını (https://zeynepronaarsivi.com/) düşündüğüm bu öncül çalışmaların hemen hepsi, yaşayan veya yaşatılmaya lâyık, edilgen değil, etkin ve etkileşimli bir hafıza gereksiniminin, kendinden menkul öğeleri. Kimi sergi alanlarında, kimi ise arşivlerde ve araştırmacıların metinlerinde değindikleri nice dipnotta, tazeliklerini koruyor.
İMGESİ VE TARİHİYLE BİR TIK ÖTEDE
Bugün, birçok ‘kurumsallaşmış’ imza, irili ufaklı dijital ‘kimlik kartları’ ve ‘atölye’lerini, İnstagram’dan Facebook’a, oradan Blog veya bireysel internet adresine evrilen türlü metotlarla, Dünyaca anlaşılır ve görünür kılmaya, izleyici ve meslektaşlarıyla profesyonel ve sınırsız bir biçimde iletişime girmeye gayret ediyor.
- ‘Dijital Sanat’ bugün, ana akım medyada, kendine şöyle bir ifade biçimi buluyor: “Dijital sanat üretim şekline göre ikiye ayrılır; teknolojinin ortam olarak ya da araç olarak kullanıldığı eserler. Dijital teknolojilerin ortam olarak kullanılmasına örnekler: Yerleştirme (enstalasyon), film, video ve animasyon. Dijital teknolojilerin araç olarak kullanılmasına örnek; fotoğraf manipülasyonu, Photoshop ile rötuşlamak, video montaj, postprodüksiyon, video efekt yapmak, ses manipülasyonu, dijital baskıyla yapılan üretimler gösterilebilir. Buna yeni medya sanatı da deniyor.” (Kaynak: Habertürk Gazetesi, Hazırlayan, Deniz Çağlar, Mart 2016)
KÜLTÜREL MARKANIN ELEKTRONİK HALİ
Kişiler üzerine kurulu (En popüler örnekleri: Van Gogh Müzesi, Amsterdam https://www.vangoghmuseum.nl/en/whats-on?v=1 veya Andy Warhol Müzesi: https://www.warhol.org/museum/) müzeler, koleksiyon sahipleri-şirketler, hayranları ve/ya vakıfların (Yine bir diğer örnek: Jackson Pollock ve sanatçı eşi Krasner’in daha sonra ikili adına kurduğu vakıfları: www.pkf.org ) kurduğu internet sayfa – sitelerinde, dijital birer yarı ‘kamusal mekân’ halini alıyor. Öyle ki bugün, bu markalar bile tüzel kişilik haline gelerek, kendi İnstagram, Twitter veya YouTube misalî benzeri ‘iletişim’ kanallarını açık tutabiliyor. Bugün, tüzel kişilik kadar, dijital kişiliğin de meşruiyeti ve verimliliği, hukukî varlık sınırları, çok çok önemseniyor. Bu da, devletlerin kültür enstitüleri ve endüstrilerini görünür kılma yarışında internet’in elini daha da güçlendiriyor. Bu da şeffaflık, verimlilik ve rekabet anlamını taşıyor
Başka bir dille söylersek, dijital olanın, akıl hızındaki demokratik sivil hareket kabiliyetiyle fiziksel olana müdahil olabildiği bir çağda yaşıyoruz ve kültür ile sanat da ister istemez bundan pozitif nasibini alıyor. Sözgelimi, çok sevdiğiniz bir sanatçı, eğer ona olan sadakatinizi bir ‘e-mektup zinciri’ veya yukarıda andığım dijital ağlara bağlılığınızla göstermişseniz, sabah uyandığınızda veya günler öncesinden yaşam ajandanızı, bir etkinlik ihbarıyla veya onun linkiyle, birikimiyle tayin edebiliyor. Etkin imge, etkin bilgiyle internet üzerinde sarmaş dolaş olunca, dijital sanatın da tadından yenmiyor. Yeter ki nereye gitmek istediğinizi, nerede olduğunuzu ve nereden geldiğinizi merak edebilin. Her şey size bağlı ve o fare, internet yumağında ancak sizin kadar hız yapabiliyor.
GOOGLE SANAT ENSTİTÜSÜ: KÜRESEL BİR AKADEMİ
Bu meyanda, eğer Türkiye’de neler olup bittiğini yeniden vurgulama sorumluluğu alacaksak, kuşak olarak anımsayabildiğim en önemli hafıza ve deneme çalışmalarından biri – yakınlarda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi, Prof. Dr. Burcu Pelvanoğlu’nun da ‘Sosyal Medya Çağında Sanat Tarihi Yazımı’ başlıklı, Barış Acar imzalı dosyayla öne çıkan, en son Varlık Dergisi’nde özen ve haklılıkla vurguladığı gibi – Eczacıbaşı Sanal Müzesi. Şu anda İstanbul Modern sanat müzesi hafızası kapsamında kendisini var eden ve sevgili ressam, eleştirmen ve küratör Haşim Nur Gürel’in büyük emeğiyle var olabilmiş bu girişim, kurulduğu yıllarda tıpkı bugün Google Sanat Enstitüsü’nün (https://artsandculture.google.com/explore) kalkıştığına benzer bir küresel teşhir ve üretim ağı oluşturmanın gayretinde olmuştu. Sanal Müze, Türkiye Cumhuriyeti ve Osmanlı sanat tarihinin görünürlüğünü, açtığı dijital sergi ve retrospektifleriyle mümkün mertebe kalıcılaştırmaya ve demokratik bir çoğulculukla paylaşmaya girişmişti.
KAZANIM: ÇEŞİTLİLİK VE REKABETLE GELEN HIZ
Dijital sanat, üretim ve teşhir süreciyle, olduğu gibi bugün yayın ve eleştiri anlamında da kendi periyodikliğini, ansiklopedisel misyonunu ve ne güzel ki, ifade, siyasal ve üslûpsal çeşitliliğini sürdürüyor. Bu yanıyla Türkiye’deki kültür ve sanata yön veren birçok sivil ve resmî toplum kuruluşu da, ağırlıkla ücretsiz sağladıkları ‘sunum’ ve veritabanlarıyla, bence dijital sanat hafızasının ulaşılabilirliği ve paylaşılabilirliğinin güvencesi haline geliyorlar.
En kaba tabiriyle bu kurum veya kişilerin her biri, eğer üretim de yapıyorlarsa, hiç bir birikimlerini tarihin unutkanlığına feda etmiyorlar. Sözgelimi, yukarıda andığımız Google Sanat Projesi, internet üzerindeki müzelerin ve dijital kültür endüstrisinin belki de en zengin, bereketli kütüphanelerinden biri olarak başı çekiyor.
HER EKRAN BİR OKUL, SERGİ VE TARTIŞMA ALANI
Eğer ki bu satırları okuduğunuz ekran bir ‘teşhir alanı’, bireysel bir müze ise, size örnekleyebileceğim Ubu (ubuweb.com) veya Open Culture (openculture.org) gibi girişimleri de burada anmamak, büyük bir yanlışa düşmek olabilir. Hakeza, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Orhan Pamuk’un 2012’de açtığı ve iki sene sonra da Avrupa Yılın Müzesi ödülünü kazanan, Masumiyet Müzesi’ni de bu dijital sanat ve kültür evreninin cevherlerinden saymadan geçemiyorum. (https://masumiyetmuzesi.myshopio.com/)
Yine Türkiye’ye dönecek olursak, tıpkı 1998 doğumlu e-flux isimli (https://www.e-flux.com/) küresel kültür eleştirisi ve bilgi kaynağı gibi, Ali Artun’un başını çektiği e-skop da, yayımladığı metinler üzerinden bir tür dijital sanat veri tabanı olarak kurumsallaşıyor. Gayriticarî yaklaşımıyla mimarlıktan felsefeye, sosyolojiden elbette sanat tarihine birçok yöne açılan kapılarıyla e-skop (https://e-skop.com), özgün modeliyle bugün modern ve güncel sanat belleğimizin en saygın, köklü ve akademik manâda güvenilir hakikat limanlarından. Bunun gibi, az önce andığımız SALT’ın da kurumsal sitesi, dijital sergileri (https://artsandculture.google.com/partner/salt?hl=tr) ve özellikle içerdiği SALT Araştırma programını da burada bilhassa yeniden anmak istiyorum.
Netice yerine kültür ve sanat, bugün bireysel, kitlesel ve yerel ile ulusal ve uluslararası olanın ihtimaller yumağından en yoğun ve samimi biçimde faydalanan alanlar arasında başı çektiğini, internet bereketiyle, bize zaten ispatlıyor. Ekranı şimdilik kapatmadan, burada açtığı beynelmilel sanal ve gerçek sergilerle, (http://www.arkassanatmerkezi.com/article.aspx?pageID=11) İzmir’den dünyaya açılan Arkas Sanat Merkezi’nin web sitesinde tüm sergileriin 360 derece gezilebildiğini de hatırlatmak istiyorum.