Ege, düşleriyle yine Leros’a yanaştı / Evrim Altuğ

Burcu Fikretoğlu ve Gizem Naz Kudunoğlu’nun Perasma İnisiyatifi olarak Ege’deki Leros adasında üç yıldır yürüttüğü sergiler, çeşitliliği ve ifade özgürlüğüyle göz dolduruyor. Sanat tarihsel derinliği ile bienal etkisi yaratan etkinlik, adadaki Kandioglou Konağı ile tarihi Lakki İlkokulu’na yansıyor. 14 Ağustos’ta bitecek sergide bu yıl Picasso’nun ilham perisi, Fransız gerçeküstücü fotoğrafçı Dora Maar, Brian Eno, William Kenteridge ve Gülsün Karamustafa’nın da içlerinde olduğu 27 uluslararası isim yer alırken, etkinliğin kavramsal teması “Tuz Gibi Çözülen Elbiselere Katlamak Denizi” adıyla, temelini İngiliz mistik şair John Donne’un dizelerinden alıyor. Adaya ve Ege limanlarına İDO’nun başlattığı seferler ise, iki kıyıyı birbirine daha çok yaklaştırıyor

Perasma, İstanbul merkezli bir güncel sanat inisiyatifi. Burcu Fikretoğlu ve Gizem Naz Kudunoğlu’nun eş yöneticiliğini yaptığı Perasma İstanbul – basına verdikleri bilgi uyarınca – “mekâna özgü sergiler ve yerel ile uluslararası sanatçılarla iş birlikleri aracılığıyla, çağdaş sanat ve kültür üzerine sorular sormaya, bu alanları keşfetmeye odaklanıyor.”

İkilinin “Leros Projesi”, Yunanistan’ın ‘12 Ada’sının en huzurlusu, en güzel olanı diye de tabir edilegelen Leros Adası’na (İleryoz) güncel sanatı bir kez daha taşımaya yöneliyor. Açılışı 29 Haziran’da açılışı üçüncü serginin başlığı, “Folding The Sea Into Dresses That Dissolve Like Salt” – “(Tuz Gibi Çözülen Elbiselere Katlamak Denizi)” olarak seçilmiş bulunuyor.

Bu yılki uluslararası sergi, ikiliye göre “…birlikte var olmanın, bağlı kalırken özgürleşmenin ve temasın kimlikler ve sınırlar arasında nasıl şekillendiğini araştırıyor. Anlam, sabit hedeflerde değil, ilişkilerde, hareketlerde ve ortak bir ritimde şekilleniyor.”

Leros Adası’ndaki etkinliğe, bu yıl farklı disiplinlerden 27 sanatçı katılıyor. Sergide, ABD, Afrika, Asya ve Avrupa’dan imzaların çalışmaları, Kandioglou Konağı ve Lakki İlkokulu’nda görülebiliyor. Kandioglou Konağı, 1886’da Agia Marina’da inşa edilmiş neo-klasik bir konak olarak tariflenirken,Lakki İlkokulu ise adanın İtalyan işgali sırasında Portolago’nun yeni şehir planlaması kapsamında 1930’larda tamamlanmış ‘ikonik bir rasyonalist yapı’ olarak, kayıtlardaki yerini alıyor.

Perasma sergilerinin daha önceki tecrübeleri alanında yetkin, sevilip takip edilir çok sayıda imzayı buluşturmuş. Bunlar arasında William Kentridge, Goshka Macuga, Cevdet Erek, Martin Creed, Alice Guittard, Maria Joannou, Lindsey Mendick, Pawel Althamer, Neclâ Rüzgar ve Nermin Er gibi, alanında saygın, öncül isimler de yer alıyor.

Üçüncü sergi 14 Ağustos’a kadar izlenebilirken, atölyeler, sanatçı konuşmaları, film gösterimleri ve performansların da, Leros’taki sergiye neredeyse bir bienal enerjisi katacağı ihtimali de, şimdiden yüksek görünüyor. Diğer yandan, etkinlik Leros’un denizle kurduğu katmanlı, değişken, sezgisel ilişkiyi merkezine alıyor. Nitekim Perasma, inisiyatif olarak kendini tabir ederken ayrıca şu ifadeleri de kullanıyor:

“Perasma bir takımyıldız gibi hareket eder. Düz bir çizgi değil, varlıklar alanıdır. Her sanatçı bir ada. Her eser bir gelgit. Birlikte, ritim, hafıza, özen ve dikkatten oluşan bir manzara oluştururlar. Bir varış değil bu. Yeniden ve yeniden geçiştir. Elbiselere katlanmış bir deniz. Avuçta sessizce dönen bir pusula…”

Yüzölçümü yaklaşık 75 km2 olan Leros Adası’nın çehresini değiştiren girişimin imzacısı Perasma İnisiyatifi, Ege’nin iki kıyısında oluşan yakınlığı İstanbul ve Atina’ya da sıçratmak adına kollarını şimdiden sıvadığını ayrıca müjdeliyor. Yine, Burcu Fikretoğlu ve Gizem Naz Kudunoğlu’nun basın ve kamuoyu ile paylaştığına göre, ‘metafizik şiir’in babası sayılan İngiliz mistik vaiz ve şair John Donne’un (1572-1631)  “Veda: Yas Tutmayı Yasaklayan” şiirindeki pergel metaforu, serginin düşünsel çıkış noktalarından bir diğerini oluşturuyor:

“…İlgili şiir, bir ayağı sabitken diğer ayağıyla genişleyen bir hareketi anlatıyor. Burada bir taraf köklenmeyi, diğer taraf keşfetmeyi temsil ediyor. Yön değil, ritim arayan bir deneyimden söz ediliyor. İki aşığın görünmez ama kopmaz bağı gibi, sergideki hareket de merkezinden uzaklaşsa bile ona sadık kalıyor. Bu yaklaşım adanın doğasıyla da örtüşüyor.

Leros, bir yandan sabit bir yer, bir yandan da sürekli değişen bir ritim. Denizle, rüzgârla ve hafızayla birlikte, adanın da sınırları ‘esniyor’. Anlatılar parçalı ama birbirine bağlı bir bütün oluşturuyor. Sergi, doğrusal bir anlatıdan kaçınarak hareketin, kırılmanın ve dönüşümün etkin olduğu bir alan yaratıyor. Alejandro Jodorowsky’nin ‘psiko-büyü’ kavramından ilhamla, dönüşüm burada düşünceyle değil, eylemle, sembolle ve sezgiyle gerçekleşiyor. Yapıtlar açıklamak için değil, var olmak ve yankı bulmak için üretiliyor. Tıpkı, kuşun bir cevabı değil, şarkısı olduğu için ötmesi gibi.

Deniz ve ada da, bu ritmi taşıyor. Birbirinden ayrı düşünülemeyen, birbirini tamamlayan ama sürekli değişen iki unsur olarak var oluyorlar. Bazen deniz adaya sınır çiziyor, bazen ona

ulaşımı mümkün kılıyor. Kimi zaman ada korunup kapsanıyor, kimi zaman ise açıkta bırakılıyor.”

“Tuz Gibi Çözülen Elbiselere Katlamak Denizi” sergisi, sanatçıların sergiye özel ürettiği eserlerin yanı sıra diğer çalışmalarını da sunuyor. Sergide yer alan sanatçılar arasında: Deniz Aktaş, Hüseyin Aksoy, Kent Andreasen, Korakrit Arunanondchai, Mirna Bamieh, The Centre for the Less Good Idea, Margherita Chiarva, Giorgio de Chirico, TM Davy, Brian Eno, Laura Footes, Lucio Fontana, Alice Guittard, Ali Kazma, Gülsün Karamustafa, William Kentridge, Joline Kwakkenbos, Dora Maar, Lola Montes Schnabel, Neo Muyanga, Marcus Neustetter, Ömer Pekin, Takis, Athina Rachel Tsangari, Rinus van de Velde, Evgenia Vereli ve Kostis Velonis de yer alıyor.

Perasma ayrıca, bu yılki kavramsal çerçevesinden ilham alan mağazası “Hayat / Χαγιάτι”ı da ziyaretçilerin ve koleksiyonerlerin ilgisine sunmuş. Burada hem sanatçılar, hem de tasarımcıların emekleri, gözler önüne seriliyor. Türkçedeki “Hayat” kelimesinden türeyen bu sözcük, geleneksel mimarîde iç ile dış arasında, dinlenmeye ve buluşmaya alan yarı açık bir alanı tanımlıyor. Bu eşik hali de, mağaza kürasyonuna yönelik bir ruh ve isme vesile oluyor. Mağazada, 2WO+1NE, Adad Books, Alma Rituals, Anaktae, Ancient Greek Sandals, Aumorfia, Callon London, Currently ooo, Elei, Evren Kayar, George Troch, MAAN Island Wear, Mantility, Pame, Romane Pruniêres, Sanktoleneo, St. Pia, Zazie Lab ve Zeus + Aione gibi uluslararası bir marka birlikteliği dikkat çekiyor. Perasma mağazası, yine sergi mekânı olan Kandioglou Malikânesi’nde yer alıyor.

Manzara bu iken, Güney Ege bölgesinde, Türkiye’den yaklaşık 32 km. uzaklıkta bulunan yaklaşık 10 bin kişilik mitolojik adreste yer alan proje için üçüncü yılda destek veren kurumların başında, iki ülke arası turistik trafiğe merhem olmaya gönüllü İstanbul Deniz Otobüsleri (İDO) Kurumu da (1) geliyor. Ege’nin bir anlamda kanatları sayılan Aegean Air’in de havadan resmi ulaşım desteği verdiği Leros sergilerinin resmî deniz ulaşımı sponsoru İDO ise, bilet satış rekorları ve ek sefer talepleri eşliğinde, dümeni son dönemde Leros’un yanı sıra, Girne, Samos, Rodos ve Midilli’ye çoktan kırmış bile. Konu hakkında basına demeç veren İDO Genel Müdürü Dr. Murat Orhan ise, sürece dair şu detaya dikkat çekiyor: “…Leros’ta gerçekleşen bu serginin bir parçası olmak, Ege’nin tarih ve kültür zenginliğini paylaşmak anlamına geliyor. Bu proje, aynı zamanda sanatın evrensel diliyle Ege kıyılarında yeni bir diyalog başlatıyor. Bizim için bu, yalnızca bir sponsorluk değil; kültürler arası bir dayanışmanın ifadesi.”

Peki “Tuz Gibi Çözülen Elbiselere Katlamak Denizi” sergisinde kimler, ne tür işleriyle not edilebiliyor ? Kısaca ve doğaçlama bir sırayla gelin, gezinelim:

Gülsün Karamustafa, BüroSarıgedik imzasıyla bu yıl adaya özgü bir düzenleme ile etkinlikte adeta özel bir çıkış yapıyor. Karamustafa’nın “Mother Tongue” (I Must Not To Speak My Mother Tongue at School / Anadilimi Okulda Konuşmamalıyım) isimli çalışması, Benito Mussolini’nin faşist rejimi altında, Leros Adası’ndaki okullarda İtalyanca’nın baskın dil haline gelişine göndermede bulunuyor. Buna göre Yunanca, 1923 – 1936 arasında okullarda haftada sadece birkaç saat, o da ‘Yabancı Dil’ olarak öğretilir iken, 1936’ya gelindiğinde Leros Adası’nda Yunanca tamamen yasaklanıyor. Perasma’nın aktarımına bakılırsa, Karamustafa’nın bu yalın ve derin yerleştirmesi dönemin mimarî ve ideolojik izlerini halen taşıyan tarihi Lakki İlkokul Binası’nda yer alırken, eser adaya, ada çocuklarına ve susturulan, bastırılan ve unutulan tüm ana dillere ithaf olunmuşluğu ile de, kuşku yok ki başı çekiyor.

Sanatçı ayrıca, etkinliği “Hayat”ta sunduğu “İstanbullular” isimli fotokolajıyla zenginleştiriyor. Karamustafa’nın, kimliği belirsiz iki genç kentsoylu kadına saygı duruşu yaptığı imajı, modern kült ‘Avrupa kültürü’nün ardında bıraktığı, nice bayrağı ve ulusları gerisinde çoktan bırakmış enternasyonal, dostane, barışçıl hatıra kalıntılarına melankolik bir sahiplik duygusu sevk ediyor. Sergi kapsamında sanatçının 2018 tarihli bir Berlin fotokolajı da izleyiciye yine Leros “Hayat” mağazasında sunuluyor.

Brian Eno’nun Leros’taki “Soft Sharp” ile “Untitled” isimli 2024 ve 2025 tarihli iki çalışması, tarih ve doğanın Leros’ta kavuştuğu ütopik eşikten, yalın ama dipsiz bir besteye doğru alkış tutuyor. Eno hareketin, ışığın, yoğunluğun ve sürekliliğin portresini, atmosferin bestesine armağan ettiği “Turntable II” isimli pikap-imaj ve onun ardıl görsel tabirleri ile tasvir ediyor.

Sergi kapsamında, Joline Kwakkenbos’un Leros’ta yaptığı yeni otoportreleri de yer alıyor. Sanatçı, Kahlo’ya, Woolf ve Beauvouir’a samimiyetiyle el salladığı feminen eserlerinde, kadın ve Queer kimliğini sorguluyor. Kwakkenbos’un imgeleri, özgürlüğün, mitolojik ada belleğinin ve içtenliğin renk ve formlarla sınandığı birer yazgı beyanı olarak, etkinliğin hedeflediği ifade çeşitliiğini tam bir hırçınlıkla, gerçekle ispatlıyor.

Ressam Hüseyin Aksoy, sergiye çeşitli ebatlardaki 10 suluboyası ile katılıyor. Nezaketle kullandığı fırçasının beyaz kâğıtlara anlattığı mistik, romantik ve gerçeküstücü kompozisyonları, yine Leros’un ruh ve eylem iklimiyle bire bir uyuşuyor. “Döngü”, “Dağ yahut Ada”, “Eros”, “Odysseus”, “Sonsuzluk ve Bir Gün” serileri ile, “Ev Yabancı Bir Yer” ikilisinin yanı sıra “Dalga Mimarisi” gibi çalışmaları, Aksoy’un Leros’tan aldığı mavi ve beyaz aralığındaki tüm ilhamı yine nasıl aynı yoğunlukla adaya ikram ettiğini bizlere yansıtıyor.

Yine Deniz Aktaş’ın kâğıt üzerine mürekkep kompozisyonları, duyu ile hafıza arasındaki bereketli geçimsizliğe verilmiş, birer kişisel manzaraya ait melankolik belge olarak kayıtlara geçerken, sergide Kent Andreasen 2025 tarihli iki foto-grafik kompozisyonla dikkat çekiyor. Sanatçının işleri, fotoğraf sanatına getirdiği pentürel yoğunluk kaygısının da etkisiyle, yukarıda andığımız Leros melankolisinin duşunu, bu iki eserine tüm serinliğiyle aldırıyor.

“Tuz Gibi Çözülen Elbiselere Katlamak Denizi” sergisini bu meyanda zenginleştiren çoklu medya sanatçılarından bir diğeri ise, Korakrit Arunanondchai. Sanatçının “With History in a Room Filled With People With Funny Names 4” isimli video düzenlemesinin yanı sıra, mavi ve beyaz renklerin kuşattığı dışavurumcu 2023 tarihli “Melek Boyutu”, proje geneline özellikle not alınacak bir çekim gücü ihtiva ediyor.

Mirna Bamieh’nin cam ve seramik işçiliğiyle büyüleyici kıldığı “Kaynak Reçeli” soyutlama objeleriyle etkisini artıran Leros sergisinde ayrıca, fani kelebek ve çiçeklere adadığı gerçekçi kompozisyonlarıyla onları ölümsüzleştiren ressam T. Davy’nin de adını anmak gerekiyor.

Ressamlığı, sergide tıpkı yine burada izlenen Rinus Van der Velde gibi, dışavurumcu bir hatıra defteri olarak deneyimleyen bir diğer sanatçı, Laura Footes ise proje kapsamındaki siyahbeyaz özgün baskılarında, “Lakki Liman Düşü”, “Dönüşün Silinen Anısı” veya “Ege Yankıları” gibi melankolik, insansız ve mimariye saygı duruşundaki manzaraları bizlere getiriyor. Bunun gibi, William Kenteridge’in “Eurydice ve Orpheus”a adadığı bronz siyah figürleriyle derinleşen etkinlik, yine sanatçının gerçeküstü, mistik, hazır malzemeyle kolaj imgeleriyle bütünleşiyor.

Sergiyi bir bienal yoğunluğuna taşıyan diğer parçalar arasında ise, kübist hareketin önderi Pablo Picasso’nun da birkaç eserine ilham vermiş Fransız kadın fotoğrafçı Dora Maar (1906-1997) geliyor. Sergide gerçeküstücü sanatçıya ait, 1930’lu yıllardan gümüş jelatin baskı üç farklı kompozisyon da izlenebiliyor. Sanatçı bu yapıtlarında antik bir Viking gemisi, çıplak bir modelin atölye hali ve bir gölün mistik manzarasını özgün bakış açısı ile sonsuz kılıyor.

Kübizm demişken, Ömer Pekin’in bu akıma selam durduğu 2022 tarihli büküm aliminyum siyah soyutlamasında da ilginç bir manyetizma bizi bekliyor. Sanatçının sergideki biricik işi, gerek mimari, gerekse heykel sanatıyla kurduğu irtibatın sağlamlığı ile olduğu kadar, soyut dışavurumculuğa sadakatiyle de plastik cevherini perçinliyor. Bunun gibi, Alice Guittard’ın renkçi, soyut ve geri dönüşümcü, pozitif enerjiyle yüklü mermer, antik obje tekrarlarını da burada hayranlıkla anmak doğru geliyor. Bu zenginliğe selam veren bir diğer isim de, terracota malzeme ile elleriyle ördüğü soyutlamalarıyla Lola Montes oluyor. Bu kapsamda sergi, soyutlama adına bereketli bir kuyu gibi insanı içine çekerek bizleri gerek baskı, gerek tuval, gerek heykel ve gerekse bronz işleri üzerinden, Margerhita Chiarva, Kostis Velonis ve Evgenia Vereli gibi sanatçılarla kucaklaştırıyor.

Manyetizma konusu açılmışken, sergideki bir diğer imza, Takis de, Perasma inisiyatifinin tabiriyle “…görünmezi dinliyor. Heykelleri manyetik bir kuvvetle titreşiyor; normalde duyularımızın dışında kalanları somutlaştırıyor. “Elektromanyetizma sonsuz ve görünmez bir şeydir,” sözünden ilhamla güç şekle bürünüyor; kozmos ve yeryüzü arasında asılı kalıyor.”

Sözü yine Perasma’ya bırakırsak, “Sergi boyunca dil de, The Centre for the Less Good Idea’nın müdahaleleriyle, malzeme hâline geliyor. Kelimeler yankılar gibi beliriyor; duvarlar, avlular ve ekranlar arasında süzülüyor: “Find The Less Good Idea”, “The Centre Outside The Centre”, “2ndary Revisions” ve “The Open Moment” gibi işler, Perasma’nın aktardığına göre ‘sonuç sunmuyor’, dikkate teşvik ediyor. İşler aynı zamanda izleyiciye ritmler önerip, oyuna davet ediyor.

Bu geniş özete ek olarak vurgulamak gerekirse, Leros’ta, tektonik Ege’nin bu cennetsi adresinde bir süredir bir şeyler oluyor. Burada olanları (2) kendi gözlerimizle fark etmek, bu yapıtlara tanıklık etmek, geleceğin Ege’sini, Akdeniz’ini tüm maviliği ile sahiplenecek bu güvercinleri de barışın tüm renkleri ile karşılamakla eşdeğer görünüyor. Zaten bu hareketin bir diğer etkisi de, yakında başlayacak Lefkoşa Bienali ile de şimdiden iyiden iyiye hissediliyor.

Bilgi ve referanslar:

  1. https://www.ido.com.tr/tr/?gad_source=1&gad_campaignid=22716410309&gbraid=0AAAAADB-t5mL2KCLdUPK-mCcIIva5HGvQ&gclid=Cj0KCQjwjo7DBhCrARIsACWauSkehY8NvUQKFw0tYr3kI-9lKFkyUj2W08BUwgoQmtlTKB3J4GjstH8aAst4EALw_wcB
  2. https://privateviews.artlogic.net/2/1c0547c3f8a4674e926cda/