
Bazı insanlar her sabah yatağından kalkar ve özene bezene mutsuz olur. Özene bezene diyorum çünkü gerçekten mutsuzluktan haz duyduklarını, buna nasıl da içten hazırlandıklarını görüyorum.
Bu tür insanlar, hayata karşı besledikleri negatif duygularla hem kendilerini hem de ilişkide bulundukları herkesi o bataklığa çekmekten çekinmezler. Her şeyden şikâyet ederler, önlerine herhangi bir konuda mutlu olma fırsatı çıktığında hiç düşünmeden reddederler.
60 yaşına gelmiştir ama hâlâ 10 yaşındayken babasının ya da annesinin onu görmezden gelmesinin hesaplaşması içinde, ‘travmam da travmam’ diye ortalığı inletiyordur. Eskiden böyle bir insanla karşılaştığımda yardım etmeye çalışırdım ama zamanla, bunun hiç de işe yaramadığını gördüm. Ebeveyni öleli 40 yıl olmuş; hâlâ içinde onlarla savaşıyor! Sen de haklı olarak, ne hali varsa görsün diyorsun bir noktadan sonra…
Bireysel psikoloji ekolünün kurucusu Psikiyatrist Alfred Adler’e göre, “İnsan geçmişin bir ürünü değil, o geçmişe verdiği kararların ürünüdür.” Yani geçmişte yaşanan acılar, kayıplar, istismarlar elbette etkileyici ama kaderimizi çizmez. Asıl önemli olan, bireyin bu yaşananları nasıl yorumladığı. İnsanlar travmalarını sorumluluktan kaçmak için bahane olarak kullanabilir ki kullanıyorlar!
Japon felsefeci ve Adler psikolojisi uzmanı Ichiro Kishimi ve yazar Fumitake Koga’nın ‘Kendinle Savaşma Sanatı’ (Kirawereru Yuki) adlı kitabı, genç bir adam ile bilge bir filozofun Adleryen psikoloji çerçevesinde sohbeti etrafında gelişiyor. Kitabın kolay okunur ve kolay anlaşılır bir dili var. Derinlikli ama sade bir yol haritası gibi düşünebilirsiniz.
Genç adam ve bilge filozof geçmiş travmaların seni tanımlamadığı, başkalarının onayına ihtiyaç duymadan yaşamanın özgürlüğü, sorumluluğun ve özgürlüğün psikolojik anlamı

kendini kabul etme ve başkalarını kontrol etmeme cesareti, birbirinden çok farklı iki anlamı olan aşağılık duygusu ve aşağılık kompleksi (üstünlük duygusu ve üstünlük kompleksi de aynı şekilde) gibi konuları tartışırken okuyucu da kendisini yanlarında onları dinleyen bir üçüncü kişi gibi hissediyor.
İnsanı kurban değil özne olarak gören, çözüm odaklı, iyimser, amaca yönelik bir bakış açısında olan Adleryen psikolojinin felsefe ile birleştiği bu kitabın devamı ‘Mutlu olma Cesareti’ymiş. Onu da okur okumaz yazarım.
Madem Kara Delikteyiz O Halde Hoş Bulduk
“Hayatımızın merkezine koydukları ‘kronik tatminsizlik’ nedeniyle sürekli koşmak zorundayız. Hatta öyle bir alıştırdılar ki bizi artık amaç bir yere ulaşmak değil sadece koşmak olmuş. Bu kadar koşup da bir türlü varış noktasına ulaşamadığımız için bu kadar yorgunuz. Eğer siz de beyninizin içinde bir kara delik varmış ve ara sıra her şeyi yutuyormuş gibi hissediyorsanız, aramıza hoş geldiniz.”
Dr. Serkan Karaismailoğlu ve Dr. Ali İsmailoğlu’nun kaleme aldığı ‘Kalk Bir Dopamin Demle’ kitabının arka kapağında bu cümleyi okur okumaz “Evet. Kesinlikle hoş buldum” diyerek kitabı satın aldım.
Ne oldu bilmiyorum ama zaman benim için X 10 ile akıyor gibi. Hep bir şeye koşuyorum ama daha birinci koşu bitmeden ikincisi başlıyor ve üç, dört, beş… Karaismailoğlu kardeşler ‘Kalk Bir Dopamin Demle’de önce dopaminin ne olduğunu anlatıyor ve ardından da nasıl dopamin tuzağına düşürüldüğümüzü. Yani neden bu kadar koşup da bir yere varamadığımızı!

Ayrıca stres, bağımlılık, dikkat dağınıklığı gibi modern çağın dertlerine beynin işleyişinden örnekler vererek çözüm yollarını sıralayan kitapta neden erteliyoruz, neden mutlu değiliz, dopamin, seratonin, oksitosin ruh halimizi ve kararlarımızı nasıl etkiliyor gibi soruların yanıtları karmaşık akademik bilgilerle değil gündelik yaşamın içinden örneklerle anlatıyor. Sinirbilimden hoşlananlar için hem mizahi hem de öğretici bir kitap.