Mükemmel Olmak Diye Bir Şey Yok! / İpek Durkal

Bizim kültürümüzde kırılan seramik, porselen, cam gibi objeler atılır. Hatta obje cam ise, nazar çıksın diye kırılmayan yerlerini de biz kırarız. Ayna kırılması için, ‘yedi yıl uğursuzluk getirir’ derler. O yüzden kırık ayna evde tutulmaz. Biz böyle gördük ama Japonlar’da durum farklı. Onlar hayata daha derin ve felsefik yaklaşıyor. Örneğin, kırılan seramik ya da porselen eşyayı altın, gümüş veya platin tozu karıştırılmış özel bir reçine ile onarıyorlar.

Bir eşya kırıldığında kusurlarını gizlemek yerine, tam tersine çatlakları bu kıymetli reçine ile birleştiriyor ve belirginleştiriyorlar. Bu sanatın adı ‘Kintsugi’. Felsefesi de şu: Kusurları saklamak yerine onlarla barışmak ve geçmişte yaşanan kırılmaları bir güç kaynağına dönüştürmek. Yani, ‘hiçbir şey kusursuz olmak zorunda değildir; kırıklar da hayatın parçasıdır.’ ‘Kırılan bir eşya altınla onarıldığında eskisinden daha değerli hale gelir.’ Yaşam metaforu olarak anlamı da, ‘insanların hataları, yaraları ve eksiklikleri onları benzersiz ve değerli kılar.’ Yani ‘mükemmel olmak’ diye bir şey yok!

‘Mükemmellik Tuzağı’ (The Perfection Trap) kitabının yazarı İngiliz psikolog ve akademisyen Thomas Curran insanların eksikliklerine ve bu eksikliklerin kıymetine dikkat çekmek için kitabının kapağına bir kintsugi kasesi koymuş. Mükemmeliyetçiliğin bireyler üzerindeki psikolojik etkileri üzerinde yaptığı çalışmalarla tanınan, sosyal ve kişilik psikoloji alanında uzman olan Curran, “Mükemmelliyetçilik, insan eşiklerini pervasızca zorlamayı amaçlayan bir ekonomik sistemin en belirgin psikolojisidir” diyor.

Curran araştırmalara dayalı kitabında mükemmelliyetçiliği, başarıya giden yol değil tam tersi insanı kaygıya, tükenmişliğe ve yetersizlik duygusuna sürükleyen bir illüzyon olduğunu anlatıyor. Mükemmelliyetçiliğin içsel bir sınav olduğuna vurgu yaparak ‘Kendimizi eksik ve kusurlu hissettiğimiz noktaları sürekli gizleme ve düzeltme çabası’ olarak tanımlıyor. Çok yorucu değil mi?

Toplumun ve bireylerin baskısıyla sürekli daha iyi, daha hızlı, daha başarılı, daha zengin, daha gösterişli, daha güzel, daha mutlu, daha güçlü ve hep ‘daha’ fazlasını isteme üzerine kurulu dünyada bu mükemmel olma çabası artık hepimiz için çok büyük bir tuzak.

Bu kitap, akıl sağlığımızı yerle bir eden bu kusursuz olma durumu karşısında kişiyi derin bir sorgulamaya itiyor. İşin özü, modern toplumun görünmez salgını mükemmelliyetçilikten sıyrılacak ve yeterli olup özgürleşeceğiz. Her birimiz bir kintsugi kasesiyiz ve kusurlarımızla, eksikliklerimizle ama yaşamışlıklarımızla kendimize yeterliyiz…

MUTLULUK DÜŞMANI

Konuyla ilgili bir kitap daha önereceğim: Dr. Tal Ben-Sharar’ın yazdığı ‘Mükemmelin Peşinde’ (The Pursuit of Perfect’). Harvard Üniversitesi’nde verdiği Pozitif Psikoloji dersleri ile tanınan Sharar tıpkı Curran gibi mükemmeliyetçiliğin, mutluluğun en büyük düşmanı olduğunu savunuyor ve ekliyor: “Mükemmeli ararken kendini kaybetme. Gerçek mutluluk, kusurlarınla barıştığın noktada başlar.”

Sharar’ın kitabında kullandığı dil ve içerik Curran’a göre daha ‘kişisel gelişim’ tadında. Onun dışında Curran mükemmellik baskısında daha çok dış dünyaya, toplumsal baskı, rekabet, medya gibi konulara odaklanırken, Sharar öz şevkat, kabullenme, duygusal denge gibi iç dünyamızda olup bitenin altını çiziyor.  Eğer siz de kendi yaşamınızı hep ‘daha iyi olsun’ diye sabote ediyorsanız, bu iki kitabın faydasını görebilirsiniz.