Farkında Ol Ki Suçlu Arama / İpek Durkal

Kişisel gelişim kitaplarından pek hoşlanmıyorum da kişisel gelişime katkısı olan psikoloji içerikli kitapları okumaktan büyük zevk alıyorum. Hem kendimin, hem de etrafımdaki insanların, hem de toplumun ruh hallerini anlamamda katkısı oluyor. Türkiye’de Engin Geçtan, Doğan Cüceloğlu gibi üstatlar bir yana, yabancı yazarlardan da Irvin D. Yalom, Alice Miller, Susan Forward en sevdiğim isimlerin başında geliyor. (Susan Forward’ın yazdığı ‘Zor Bir Ailede Büyümek’ toksik aile yapısını en iyi tarif eden kitaplardan biri.)

Sosyal medyada paylaştığı akılda kalıcı, kolay anlaşılan, kısa cümleleri ile dikkatimi çeken Tunç Tataker’in ‘Farkındalık Cehennemdir’ adlı kitabını rafta görünce kişisel gelişim kitabı okumama kuralımı ihlal ettim. Neticede, yaşadığımız ülkede gündem çok yoğun, işte-evde bin tane dert, kafalar kazan, konsantrasyon sıfır… Bu aralar hiçbir şeye dikkatimi veremiyorum. Bana kolay okunacak bir şey lazımdı; buldum.

Dokuz Eylül Üniversitesi Psikolojik danışmanlık bölümü mezunu olan Tataker ‘Farkındalık Cehennemdir’ kitabında ‘kutsal’ olarak adlandıran aile yapısını, insanların ilişki dinamiklerini ve toplumsal normları sorgularken gerçekliklerin ‘farkında olmanın’ hiç de kolay olmadığını hatta insana yaşarken cehennemi yaşattığını vurguluyor. Ancak, ‘farkında olursak’ kendimizi geliştirip değiştirebileceğimizin de altını çiziyor. Bunu da ancak kendimizi tanımakla tamamlanacağını söylüyor. Örneğin diyor ki: “İnsan onarmadığı her zaafıyla, öğrenmediği her aptallığıyla, güçlendirmediği her zayıflığıyla, gerçekliği reddettiği her kendini kandırmasıyla hayal kırıklığına giden yolun taşlarını bir bir döşer. Sonrasında ya öğrenir ya da bir suçlu arar durur.”

İçine biraz psikoloji katılmış bu kişisel gelişim kitabının anlatım dili yalın. İçinde pek yeni ve derin bir şey yok. Ancak, rahat okunan, okurken biraz da duyguları tetiklesin türünden bir kitap arayanlara ve altını çizili satırları sosyal medyada alıntılamak isteyenlere bolca seçenek sunuyor.

SOSYAL ÇÜRÜME KİTAP OLDU

Sosyal medyada yayınlanan bir sokak röportajında “Ekonomi nasıl, geçinebiliyor muyuz?” sorusunu soran muhabire, “Daha büyük bir sorunumuz var, o da sosyal çürüme” yanıtıyla ‘sosyal çürüme’ kavramını hayatımıza sokan akademisyen-sosyolog Zeliha Bürtek ile yapılan söyleşi kitabı çıktı.

Gülşen İşeri’nin kaleme aldığı, Bürtek’in soru cevap üzerinden ilerlediği kitabın ismi de tahmin edeceğiniz üzere, ‘Sosyal Çürüme’. Analiz, veri, araştırma sonuçları gibi teknik ve kesin konular yerine Bürtek’in tespit ve düşünceleri öne çıkıyor. Yani sosyal medyada yapılan röportajın uzun ve doyurucu hali gibi düşünebileceğiniz kitapta eğitimden dile, sanattan siyasete, aile içi ilişkilerden ikili ilişkilere, gündelik hayattaki tahammülsüzlükten şiddete kadar pek çok konu başlığı altında çürümenin nasıl yaşandığını anlatıyor Bürtek.

Benim için en çarpıcı başlıklardan biri, bireylerin ‘ar damarının çatlamış olması’. Hemen her gün ‘artık bu kadarı da olmaz’ dediğimiz ama ertesi gün bir üstünün yaşandığı bir arsızlık çağında ayıp ya da mahrem sınırının olmamasını sormuş İşeri, Bürtek’e. Bürtek, sosyal kültür dediğimiz şeyin tam da bu arsızlık üzerine oturduğunu anlatırken şiddetin nasıl kanıksandığını ve içselleştirildiğini anlatmış.

 

Kitapta pek çok başlık ilgi çekip üzerinde düşündürtürken, bireysel olarak ders alabileceğimiz hatta yüzleşeceğimiz şu satırların altını çizdim: “Toplum askılıktaki her bedene büyük gelen bir palto durumunda. Neden? Çünkü yalancıyız. Ne yalanını söylüyoruz? Neye inanıyorsak, ne istiyorsak… Olması gereken yolun tersinden gittiğimiz için yalancıyız. Çevreden bahseden biri çöpü dışarı atar, kadın haklarının geldiği durumdan bahseden biri ataerkil aile yaşamının temsilcisi olur, sokak hayvanlarını savunanlar onların üzerinden haklar elde eder vs. Biz yalancı bir toplumuz. Hepimiz!”