
Sevgiyle tehdit edildiniz mi hiç? Pek çoğumuzun çocukluğunda bu tehdit ile karşı karşıya geldiğini düşünüyorum. Neticede anne-babamızın ya da kardeşimizin veya yakın bir arkadaşımızın isteklerini yerine getirmezsek cezalandırılacağımızı bildiğimiz, sevilmeyeceğimizi hissettiğimiz ve hiç gönlümüz olmasa da büyülenmişçesine karşımızdakinin isteklerine boyun eğdiğimiz durumlar olmuştur.
Çocukken idare edebiliyoruz da yetişkinliğimizde işler biraz değişiyor. Kişilerin isteklerini elde etmek için karşısındakini cezalandırmakla tehdit ettiği manipülasyon türü ‘Duygusal şantaj’ olarak tanımlanıyor.
Okurken altını satır satır çizdiğim ‘Zor Bir Ailede Büyümek’ kitabının da yazarı Psikoterapist Susan Forward’ın ‘Duygusal Şantaj’ (Emotional Blackmail) kitabı yakın ilişkilerde çokça karşılaştığımız ama ya fark etmediğimiz ya da anlamlandıramadığımız manipülasyon biçimlerini anlatıyor.
Bu şantajcılar bizim hangi duygularımızı manipüle ediyor? İşte manipülatörün kurbanı üzerindeki kontrol kurma araçları:
Birincisi, ‘korku’ yani yazının girişinde de söylediğim gibi, kişi sevdiği birini kaybetme veya onu öfkelendirme kokusuyla tuzağa düşürülür. İkincisi, ‘yükümlülük’ yani karşımızdaki kişinin isteklerini yerine getirmeye zorunlu hissetmemiz. Üçüncüsü ise suçluluk ki en kötüsü bu. Karşımızdakinin, mutsuzluğunun ve sıkıntısının sorumlusu bizmişiz gibi davranması ve bizim de bir süre sonra öyle hissetmemiz…
Forward kitabında hem bu duygusal şantajın ve şantajcıların röntgenini çekiyor hem de yaşanmış gerçek olaylar ve bu olaylar karşısında geliştirilecek davranış biçimleri ile kişilerin kendilerini bu tür manipülatörlerden koruma stratejilerini öğretiyor.
Kitabı okuyunca taşlar yerine oturuyor ve bittiğinde de bu manipülatörü yakından tanıyorsunuz.
Ha belki de o kişi sizsiniz, bakın o da olabilir.
Senin inanç sandığın belki de ait olma isteğidir
Hayatımın hiçbir noktasında hiçbir konuda ‘fanatik’ olmamış biri olarak şu ‘kesin inançlılık’ konusu hayli ilgimi çektiği için Alman asıllı ABD’li düşünür Eric Hoffer’in 1951’de kaleme aldığı Kesin İnançlılar (The True Believer) kitabını merakla okudum.
20.yüzyılın en çarpıcı sosyo-psikolojik analizlerinden biri olarak kabul edilen kitap, insanların herhangi bir ideolojiye gösterdiği katı bağlılığın altında yatan psikolojik ve sosyal dinamiklere ışık tutarken bireylerin kitle hareketlerine nasıl ve hangi motivasyonla dahil olduğu, fanatizme uzanan yönelişlerinin altında yatan sebepleri ve insanların bir ideolojiden onun tam tersi bir ideolojiye aynı bağlılıkla ve savunuculukla nasıl savrulduğunu da açıklıyor.
Hoffer’den öğrendiğim kadarıyla beni hayrete düşüren bu durum o kadar da şaşılası değilmiş. Evet, insanlar bir ideolojiden diğerine kolayca kayabilir diyor Hoffer ve bunun sebebini de insanların neye inandığından çok inancın getirdiği aidiyet hissine duydukları ihtiyaç olarak tanımlıyor.
Özellikle sosyal medyada sıkça karşımıza çıkan fanatizmi ve onun getirdiği kutuplaşmayı görüp akıl sır erdiremeyen ben, bu kitabı okuduktan sonra en azından bu insanların ruhsal durumları hakkında bir fikir sahibi oldum. Kitap felsefik bir dille yazılmış olmasına rağmen akademik anlatımdan uzak olduğu için okunması da kolay; aklınızda olsun.

