Avusturya’dan Sanat İklimi: Yoğun, Yağışlı / Evrim Altuğ

Tarihi boyunca bir çok kültür ve sanat akımı ve figürüne ev sahipliği eden Avusturya’ya yaptığımız inceleme ve araştırma gezisi, beraberinde Graz ve Viyana kentlerindeki 20’nin üzerinde önemli etkinliğin de kapısını araladı.

Merkezi Avusturya’da bulunan kültür, sanat ve iletişim organizasyonu Verein K’nın davetiyle ülkenin Graz ve Viyana kentlerine dünyadan üç sanat yazarı meslektaşım ile birlikte seçildim. (1) Bu benim ilk uzun soluklu Avusturya gezimdi. Başında  Jelena Kaludjerovic ve İstanbul’da da yapıtlarını izlediğimiz (2) sanatçı eşi Dejan’ın yer aldığı Verein K, ‘Visiting Art Critics’ programı için benimle birlikte Berlin’den Danimarka asıllı Kristian Madsen ve İngiliz Louisa Elderton ile, Dubai’den Hint asıllı Rahel Aima’yı davet etti. Bu yazar dostlarım da, Artforum, Art in America ve Elephant gibi uluslararası sanat yayınlarında önemli metinlere imza atan, kıymetli figürler olarak karşımdaydı. Verein K ayrıca bu organizasyonun bir benzerini, uluslararası küratörler adına da hayata geçiriyordu.

Dokuz milyona dayanan nüfusuyla Avusturya’nın Graz kenti, gittiğimiz 18 – 28 Eylül tarihleri arasında geleneksel hale gelen ve tematik olarak düzenlenen ‘Steirischerherbst’ kültür ve sanat festivali ile alenen ‘ihya’ olmuşa benziyordu. Bu yılki temasını, 20’nci yüzyılın öncü Marksist felsefecisi, Macar Georg Lukacs’ın kışkırtan metaforu ‘Büyük Çukur Oteli’ (Grand Hotel Abyss) kavramından alan festival, 19 Eylül ve 13 Ekim tarihleri arasında kentin 40’a yakın noktasına konuşlandırılan sergi, performans, panel ve konserlerle zenginleşti.

Festivalin açılışında da bir çok sanatçı eş zamanlı olarak, Congress Graz isimli mekânda aynı anda toplanarak türlü performanslar ve konserleri izleyenlerle buluşturdu, tam bir curcunaya vesile oldu. Küratörlüğünü Ekaterina Degot’nun üstlendiği festivale, İngiliz sanatçı Jeremy Deller’dan Bulgar meslektaşı Nedko Solakov’a, İstanbul bienali küratörlüğünü yapmış ikili Elmgreen & Dragset’ten, Türkiye’de de ilgi uyandıran Alexander Brener ve Barbara Schurz’a yaklaşık 45 imza katılıyordu.

Festival, bir çok ilginç yapıta ev sahipliği yaptı. Örneğin Solakov’un bir otelin resepsiyonuna saçtığı, Slava Nakovska tarafından tasarlanmış ‘Kayıp Soğuk Savaş Casusları’ isimli düzenlemesi, temelini dönemin Soğuk Savaş günlerinde kentte ilk tecrübelerini yaşayan yazar ve eski istihbarat ajanı John Le Carre’ın ‘Üçüncü Adam’ kitabındaki detaylara yaslıyordu. Solakov sergi kapsamında kentteki altı tarihi otele bu figürleri gizlemişti. (3) Belli bir süre İngiliz işgali altında olan ülkenin hafızasına yeniden misafir olan Jeremy Deller (4) ve yıllar önce yaşamını yitirmiş avangart ressam ve düşünür Ian Hamilton Finlay (5) ise, eserleriyle bugünkü İngiltere’nin totaliter, ırkçı ve karışık karakterini bambaşka estetik yaklaşımlarla gözler önüne sermekteydi. Viyanalı Eduard Freudmann ise (6) kentin büyük bir parkında, tepeye konuşladığı alternatif anıtı ve göletine bıraktığı eleştirel çalışmalarıyla hatırda kalıyordu. Bu arada Graz kentinin, dünyaca tanınmış sinema yıldızı Arnold Schwarzenegger’ın doğum yeri olduğunu, kendisinin bu bölgeye yakın Thal köyünde bir evde yaşadığını ve adına açılmış yegâne müzeye de, ev sahipliğini belirtmiş olalım. (7)  

Graz kentine bu yazı dahilinde veda ederken, sözü Nâzım Hikmet’e de getirmek gerekiyor. Kentte gençlik, kültür ve sporu destekleme amaçlı olarak hizmet veren Jukus Derneği, Ali Özbaş öncülüğünde anti – semitist, ırkçı ve ayrımcı, insanlık düşmanı davranışları önlemeyi ve azaltmayı hedefleyen kimi faaliyetlerde bulunuyor. İşte dernek, Graz’daki festivali bu yıl da ‘Haydarpaşa Garı’na bahar geldi’ isimli projeyle karşılıyor. Bu kapsamda koreograf Michiel Vandevelde’nin Hikmet’in ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ isimli klasik çalışmadan yola çıktığı teatral prodüksiyona, Jukus Derneği’nin kentteki dokuz berberin müşterilerini, bu kitap ve tarihi fotoğraflarla buluşturduğu kapsamlı düzenlemesi eşlik ediyor. (8)

Buradan Viyana’ya geçtiğimizde ise bizi adeta büyük bir kültür sanat gündemi ‘kovalıyor’. Viyana’daki uluslararası küratörlerle ortaklaşa düzenlenen ‘Curated By’ festivali, başkentin 22 galerisine yayılırken, kent göbeğindeki Museumsquartier’da yer alan Leopold Müzesi’nde, ‘Viyana 1900’ isimli oldukça önemli bir derleme (9) bizi bekliyor. 1900 yılı itibariyle kentte bilim, tasarım, kültür ve sanatın iç içe olduğu bir atmosferi baş yapıtlarla teşhir eden sergide, modernizmin doğuşu, Gustav Klimt, Auguste Rodin, Egon Schiele, Max Oppenheimer, Josef Koffmann, Kolomon Moser ve Max Hoffmann gibi sanatçı ve tasarımcıların mükemmel yapıtlarıyla taçlandırılıyor.

Döneme damgasını vuran bir Art-Nouveau ve erken modernizm sanat tapınağı, Secession ise bugün bile güncel sanat ve modern sanat klasiklerini buluşturan kaçınılmaz bir çekim merkezi olarak bugün de varlığını sürdürüyor. Viyana’daki mekânda, başta kurucularından Gustav Klimt ile Kolo Moser ve Carl Moll gelmek üzere, yakın zamanda Tillman Kaiser, Alexandra Bircken ve 16. İstanbul Bienali’nde de eserlerini görme imkânı bulduğumuz Korakrit Arunanondchai bir araya geliyor. (10)

Öte yanda, yine Museumsquartier’da, devasa siyah post-modern duruşuyla insanı kendine çeken MUMOK (Viyana Modern Sanat Müzesi) ise, ziyaretimiz esnasında 26 Ekim’e dek kapılarını sanat tarihinin gizemli akımı ‘Op Art’a ve kinetik sanata ayırdığı ‘Vertigo’ sergisine açıyor. Etkinlik, ta 1520’lerden 1970’e uzanan yapıt ve içerik skalasıyla izleyicileri ziyadesiyle tatmin ederken, müzede Bridget Riley’dan Giovanni Batista Piranesi’ye, Arkas Sanat Merkezi’nde ve İstanbul Tophane’de yapıtlarını gördüğümüz Victor Vasarely’den Marina Apollonio’ya, François Morellet’den Marcel Duchamp’a, 45’in üzerinde sanatçı katılıyor. (11)

Yine, Mumok’un tam altında yer alan Kunsthalle Wien’da dijital teknoloji, siber kültür ve çağdaş sanat ilişkisinin eleştirel yapıtlarla işlendiği ‘Histerik Madencilik’ sergisini izlerken (12), Belvedere Müzesi’nde niçin resim yapıyor olduğumuzun tarihini, ilgili materyallerin coğrafi, sosyal ve politik köklerine inerek, sanat tarihsel bir yoğunlukla sunan ‘Materyal’ sergisi yer alıyor.  (13)

Sigmund Freud’a özgü eşya ve belgelerin kendi müzesinde görülebildiği Viyana’da izlediğim en çarpıcı etkinliği ise ‘Musa’ olarak da bilinen Viyana Müzesi’ndeki ‘Kızıl Viyana’ sergisi olarak dillendirmek isterim. Bu sergi (14), 1919 ve 1934 yılları arasında kentte gerçekleştirilmiş olan ve dönemin Sosyal Demokratik Partisi’nin büyük zaferi ile neticelenen ilk özgür yerel seçimlere dayanırken, toplumun demokratikleştirilmesi sürecinde önem verilen rehabilitasyon, mimarlık, kamusal alan planlaması ve eğitim politikalarını büyüteç altına alıyor.