Japonya’nın başkenti Tokyo’dayken ‘taze taze’ Twitter’a şöyle yazmışım:
“Ne zaman bir seyahatimi paylaşsam şu iki şey de mutlaka bana deniliyor:
1- Bilmem nereye gitmeden sakın dönme…
2- Şurası var daha iyi.
İki cümle de bana bin tane şey düşündürüyor… Yani çeşitli analizler yapılabilir.
Bir hafta oldu Tokyo’dayım insanlar ‘Kyoto’ya gitmezsen olmaz’ gibi cümleler yazıyor. Bence oluyor:) ‘Japonya tam bir estetik-gusto-güzellik ülkesi sanki. Tokyo’da estetiksiz, gustosuz bir şey görmek mümkün mü bilemedim. Şehir şehir’ bir yer sevilir mi bu kadar, niye bu kadar sevdim? Sanırım vaat ettiği kaosun yanında inanılmaz bir düzeni, medeniyeti olduğu için. Temiz, yeşil, şık, lezzetli. Tekrar: Medeni…”
Dişteki çürük neredeyse dil ona gidermiş, insan en çok ihtiyacını olanı özlermiş…
Biz de özlemişiz, Japonya’daki, Tokyo’daki medeniyeti “emdik”; iliklerimizde hissettik.
Daha havalimanına indik, bavullar, bavul alınma bandına özenle dizilmiş; tutma yeri bize tekerlekleri karşıya dönük halde… İlginç…
Sabahın 6’sında balık pazarına gitmek için kalkmışız yolda mazgalları toz beziyle silen insanlar gördük. Ben gayet şık giyinmiş sokakta yürüyen, elinde cımbızdan hallice bir maşayla kimseye hissettirmeden, yerde bir şey varsa alan kadın gördüm. Garip.
“Gelecek sene Olimpiyatlar Tokyo’da yapılacak inşaat olabilir” demişlerdi, gittik, evet var… Gece 23.00 ya da 24.00, otele dönerken görüyoruz, bir dolu adam çalışıyor. Ama sabah nasıl oluyorsa oluyor, her şey film setiymiş gibi normale döndürülüyor. Çok acayip…
Sevmediğim bir şeydir seyahat yazılarında, bir yerde 10 gün kalıp da ‘her şeyi çözmüş, tanımış, biliyor’ gibi genellemelerle yazılan metinler. Öyle de yapmamaya çalışacağım.
E yani Japon kültürüne ya da tarihine derinlemesine bakarsak her şeyin normal ya da çok da yüceltilesi olmadığını görebiliriz ama iki hafta için Tokyo’ya giden, yemek, kırtasiye, temizlik, düzen, doğa seven bir insan ne hisseder biraz bahsetmek isterim…
SIRAYA GİRMEK STRESE SOKMUYOR…
Kimi insan için Japonların ‘sıraya girme’ meselesi çok abartılmış gibi gelebilir. Siz yaya geçidine bastığınız anda duran araçlar, ışıklara göre bekleyen insan ve otomobiller, merdivenin bir tarafından çıkan, diğer tarafından inen ve kimse olmasa da bu kuralı ihlal etmeyen insanlar önce acayip, sonra çok güzel geliyor. Metrodaki çoğu merdivende, İngilizce ve Japonca ‘iniş tarafı’, ‘çıkış tarafı’ yazıyor.
İçleri ‘dantellerle kaplı’ taksileri eldivenli, takım elbiseli şoförler kullanıyor. Kapılar otomatik açılıp otomatik kapanıyor…
Bu arada çoğu restoranın kapısında sıralar görebilirsiniz. Tabii ki bu iyi bir restoranın önünden geçtiğinizi de gösterir ama bir de sabır işi. Restoran önünde uzun uzun yemek sırası beklemek o kadar sıradan gibi ki…
DİK DİK BAKMAKMIŞ, SÜZMEKMİŞ…
Yüksek sesle konuşmak, hele de bağırmak, sabırsızlık; bunlar kabalık. Yani her yerde öyle de orada görmüyorsunuz.
Tokyo’nun en kalabalık merkezlerinde ya da tenha yerlerinde kimse direkt size, tanımadıklarına bakmıyor. Buna alışmamış bizler için bu garip geliyor. “Japonlar bunu kabalık addederler” diyor bilenler…
Tokyo’da İngilizce bayağı konuşuluyor; yabancı dil bilmese de sizin sorununuzu halledene kadar elinden geleni ardına koymayan insanlarla karşılaşıyorsunuz. Siz almaktan vazgeçseniz bile fark etmez onlar aradığınızı bulmak için uğraşıyorlar.
YAPMIŞ OLALIM DİYE YAPILMIYOR
Tokyo’da sokakta da sigara içmek yasak. Ama kalabalık yerlerde köşe başlarında alanlar var. Çoğu açıkhava alanlar… Bir cam tabeladan ya da sigara içen insan topluluğundan anlıyorsunuz ki oraları sigara içenlere ayrılmış.
Çok etkileyici park ve bahçeler var. Ağaçların türleri, kuşların özellikleri hep yazıyor. Parklarda hangi mevsimde hangi çiçekleri görebileceğinizin bilgisi bile var. Etkileyici değil mi?
Ne müze, ne bahçeler ‘öylesine’ yapılmış. Her biri özenle işlenmiş.
YÜZLERCE YEMEK MEKANI İNSAN DOLU
Tokyo’da biraz kültür öyle geliştiğinden, belki sosyalleşme isteğinden, ama çokça evlerin küçüklüğünden ve insanlar evde yemek pişirmeyi tercih etmediğinden yüzlerce yemek mekânı, irilisi ufaklısı, pahalısı ucuzu, barı pub’ı her yer özellikle öğlen ve iş çıkışları tıklım tıklım insan dolu.
BAHŞİŞ YOK!
Ya bir de çok iyi; Japonya’da bahşiş yok. Vermek ayıp sayılıyor pek çok kültürün aksine. Eğer ki denerseniz karşınızdaki “Ben işimi yapıyorum, teşekkür ederim” diyor.
Biz bir yemek turuna gitmişiz; ev sahibimiz Japonya’yı övmeleri bitiremiyor. Bahşiş işini söyleyince de abartıyor sandım. Ama kısa zamanda zaten doğru söylediği anlaşıldı!
Bir de örnek anlatayım.
İlk kaldığımız otel biraz havalılardan, su koymayı unutmuşlar telefon edip istedik. Su, bir tepside özür notu ve 3 boyutlu bir origami ile geldi. Baya ilginç kâğıtlardan yapılmış, birbiri içinden geçen çiçeklerin olduğu bir heykelimsi ‘eser’.
Hoşumuza gitti, ikinci otele de götürdüm yanımda ama İstanbul’a onu sapasağlam getiremem. Yolda birine hediye ederim diye düşündüm.
Bizi havaalanına götürecek trene bineceğiz, 3 numaralı alanı sorduk. Yaşı oldukça büyük bir hanımefendi bize alanı gösterdi ve “Gelen üçüncü trene bineceksiniz” dedi.
Zaten çok tren geliyor ama siz doğru yerde beklerseniz sizin bineceğiniz tren geldiğinde sadece sizin önünüzdeki kapı açılıyor, yani korkmuyor insan.
Sonra ilk tren geldi, kadın koşarak “Buna binmeyin” dedi gitti. Sonra ikincide de aynını yaptı. Üçüncü tren için yine koşup “Buna binmelisiniz” dedi.
Ben de istedim ki elimde taşıdığım origami çiçeği ona hediye edeyim; almadı ve “Ben işimi yapıyorum, bu beni mutlu ediyor!” dedi.
Hadi ya!
İnsan bunu duymak istiyor…