Sanat da Ne Ekerse, Onu Biçiyor / Evrim Altuğ

Küresel iklim değişikliğinin ürküten varlığı, kültür ve sanat projelerini eskisinden daha eylemci, yaratıcı ve gelecek kaygısı yüksek nitelikte ürünlere dönüştürüyor. Henüz sona eren İstanbul Bienali’ni de anımsayarak, Dünyada bu alanda verilen kimi örnekleri tekrar hatırlamak istedik.

Sanatın günümüzdeki işlevi, gittikçe aciliyet ve daha da samimiyet kazanıyor. Medya, ansiklopediler ve nice ‘uzman’ın bir çırpıda söyleyemediği hemen her ne derdimiz varsa, bilhassa çağdaş sanat, bunun hem sözcülüğü, hem gözcülüğü ve hem de eylemciliğini, eşgüdüm ve gönüllülükle üstlenmiş vaziyette.

Malûm, bu durumun son örneğini İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) imzası ve Koç Holding’in 2026’ya dek sürecek ana sponsorluğu ile bu yıl Fransız küratör ve düşünür Nicolas Bourriaud küratörlüğünde 16’ncısını izlediğimiz, ‘Yedinci Kıta’ başlıklı İstanbul Bienali’nde de alenen gördük.  Pek çok yerli – yabancı sanatçı, eserlerinde Türkiye ve Dünyadaki iklim krizi belirtilerini mesele edinerek, gündem yaratmak için kolları sıvadı. Bienal izleyicileri Galataport bölgesinde yer alan Mimar Sinan Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi’nde, bununla birlikte Büyükada’daki kimi tarihi binalar ile, İstanbul Tepebaşı’ndaki Pera Müzesi’nde de ağırladı. İKSV verilerine göre sekiz haftada 451 bin kişinin bienali gezdiği saptandı. İstanbul’un nüfusunun 20 milyona dayandığı ve Türkiye nüfusunun da 81 milyonu zorladığı düşünülürse, bu rakamı da, 8 milyarı geride bırakan Dünyada – artısı, eksisi ile – bir yere not etmeli deriz.

Bienali, küresel iklim değişikliği bağlamında içerdiği bu eleştirel duruş ve teşhir ile yeniden anımsayacak olursak, sözgelimi Diyarbakırlı Deniz Aktaş’ın (1), İzmirli Ozan Atalan’ın (2) Toronto’dan Rebecca Belmore’un (3) veya New York’tan Dora Budor’un İstanbul Resim ve Heykel Müzesi binasında yer bulmuş yapıtlarını, olumlu birer örnek olarak anmak istiyorum.(4)

Küresel iklim değişikliği konusundaki duyarlığın temelleri, aslına bakılırsa bir nevî siyasal devrimin de karın ağrılarını, beraberinde taşıyor. Bu ikili durumun en saygın figürleri arasında, Alman  Joseph Beuys (1921-1986) başta gelmekte. Beuys, ülkesinin Kassel kentinde beş yılda bir yapılan Documenta isimli, saygın kolektif sanat faaliyeti bünyesinde, 1982’de sosyal ve siyasal bir hareket olarak yedi bin çınar fidanı dikmişti. O çınarların pek çoğu, bugün birer canlı umut abidesine dönüştü.

Joseph Beuys 1982 documenta 7 etkinliği 7 bin çınar ekim eylemi

Keza, bu konuda Dünyada uzun süredir emek veren bir çok sanatçıdan biri de, Chris Jordan’dı. Dijital sanat yerleştirmelerinin yanı sıra, Amerika’daki kitlesel tüketim çılgınlığı üzerinden önemli bir çevreci bakış ortaya koyan Jordan’ın (5) bu yöndeki en çarpıcı işleri arasında, hayatını kaybeden kanatlıların veya develerin midelerinde günümüz dünyasından neler kaldığını yansıttığı ibretlik serisi, ya da Dünyanın ısısını katlayan karbon salınımına delil olarak sunduğu kömür taneleriyle ürettiği devasa (ve büyüleyici) bir diğer çalışması sayılabilir. Son dönem işlerinden birinde, küresel ısınma sebebiyle gittikçe yok olan ve sular altında kalarak habitatını yitiren mercan adalarına saygı duruşunda da bulunan Jordan, atık on binlerce plastik çatal, çöp ve alışveriş torbaları ve cep telefonları ile, otomobil hurdalarını, hem bir uyarı, hem de estetik kaynağına dönüştürüyor.

Güncel sanatın, küresel iklim değişimine ne seviyede duyarlı olduğunu ortaya koyan son örneklerden biri de, 2014’te Lars Jan tarafından hayata geçirilen ve Kanada’ya da ‘turneye’ çıkan, ‘Holoscenes’ projesi idi. Eser bugüne dek Avustralya, İngiltere, Birleşik Arap Emirlikleri gibi noktalara da taşındı. Eseri için ilhamını, ABD’deki Katrina kasırgası ve 2010’daki Pakistan selleri başta gelmek üzere, insanlığın karşı karşıya kaldığı iklim felaketinden almış olan Jan, her seferinde bir performans sanatçısının maruz kaldığı bu tek kişilik ‘felaket’ yapıtında, günümüz insanının olağandışı koşullarda nereye kadar, ve nasıl ‘olağan’ davranışlar sergileyebildiğinin, bir nevi kamusal deneyine girişiyordu. (6)

Bunun gibi, Fransız sanatçı Paulo Grangeon da, Dünya Vahşi Yaşam Fonu (WWF) işbirliğiyle konuyu bu kez de sayısı 2 binden aza inen pandalar üzerinden gündeme taşımıştı. Yaklaşık beş sene önce, 10 öncü Asya kentine doğru yola çıkan ‘temsilî kâğıt panda figürleri’, bu turun ardından büyük bir etki bırakmış ve hatta, Roma ve Paris gibi kentlere de uğramışlardı. (7)

Elbette iklim değişikliği, muhalefet ve sanattan söz edip, çağdaş sanatın en haylaz, pahalı ve  anonim imzası ‘Banksy’den dem vurmamak, olmaz. Hatırlanacağı gibi o da 2009’da, bir binanın sular altındaki cephesine ‘Küresel Isınmaya İnanmıyorum’ mesajını kondurmuştu.

Banksy - Küresel Isınmaya İnanmıyorum isimli çalışması

Öte yandan Dünyaca saygın The New York Times gazetesinin süreli dergisi, 12 uluslararası sanatçı ve kolektifi derleyerek konuyu gündemde tutmayı sürdürmüştü. Yine, İngiliz haber kaynağı BBC’nin yaptığı bir araştırmada 2040 yılındaki kültür ve sanat haritası için şu analiz yapılmıştı:

“2040 yılında sanat, (bir tablo olmadığı müddetçe) öyle pek de sanata benzeyecek gibi değil. Hatta bundan başka her şeyi andıracak, zamanın ruhunu en az sanatçıların sayısı, çeşitliliği oranında  yansıtacak. Gelecekte, sanatçı – aktivist bireyler, mevcut politik sahnede yer alacak ve biçimde türlü deneylere, keşiflere açılışlar yapılarak, yeni araç ve alanlar, hatta uzayda kimi projeler yapılacak. Bununla birlikte Latin Amerika, Asya ve Afrika gibi noktalarda yeni piyasalar belirecek. Bu anlamda da en azından kültür Dünyasında, Batı belki de kendini, bunları kovalarken bulacak.”

Ürkütücü biliyoruz; ama bir o kadar da umut dolu bu dosyayı şimdilik kapatırken, tam da BBC’nin sözünü ettiği bir kaç yapılanmayı anmak, en iyisi. Sanatçıları ve kültürel aktorleri, çevre sorunları temelinde buluşturan Paris çıkışlı ‘COAL’ inisiyatifi veya yazımızın başında andığımız İstanbul Bienali ile çalışan ‘Birbuçuk’ kolektif – girişimi, bunların ilk aklımıza gelen ikisi.

Bununla birlikte yine tarihsel bir kültür-sanat projesini sizinle paylaşmadan yapamıyoruz: Sanat tarihinde ‘Land Art’ / Arazi Sanatı’nın saygıdeğer bireylerinden biri olarak anabileceğimiz Sanatçı Agnes Denes, 1982 yılı ABD’sinde, Manhattan’ın tam ortasına, daha o yıllarda çok büyük bir mesele olarak öne çıkan küresel adaletsizlik ve açlık konusu üzerine dikkat çekebilmek adına, dile kolay iki dönümlük buğday ekmiş ve daha sonra da bunun hasatını gerçekleştirmişti. (9)

Denes’in, ustası Beuys’un izinden giderek, kariyerinde Finlandiya ve Avustralya gibi coğrafyalarda da başka devasa ekim projelerini gerçekleştirdiğinin, burada altını çizelim. Kaldı ki buna, kendisinin 2013’te kolları sıvadığı bir ‘Barış ve Ruh Ormanı’ ve ‘Zaman Kapsülleri’ dahil.

Bu anlamda sona yaklaşmışken Olafur Eliasson’un da, 2018’deki COP 24 Küresel İklim Değişikliği zirvesi için Paris ile Londra’ya kutuplardan getirdiği ‘Buz Saati’ni de, çok geç olmadan tekrar anımsamalı. Bilindiği gibi sanatçı, 2004’te de eski bir enerji santrali olan Tate Modern’in içine ‘Hava Durumu’nu sokmayı ‘The Weather Project’ isimli işiyle, gayet iyi bilmişti. (10)

Sahi, kültür kelimesinin kökü neredeydi ? Birşeyleri ekmek idi değil mi ?

Klişe ama hala işe yarıyor: Kültür ve sanat da, bu dünyada ne ekerse, onu biçiyor.