İkisi Öz, Binlerce Çocuğun Anası, Bilim ve Eğitim Savaşçısı / Demet Cengiz

Korona virüsün bilimin, eğitimin ve sağlığın önemini yeniden tüm dünyaya hatırlattığı bu günlerde, anneleri kutladığımız mayıs ayında milyonlarca kişiye ilham veren Türkan Saylan’ı anmamak olmaz. Doktor, akademisyen, yazar, eğitimci, sosyal sorumluluk gönüllüsü Prof. Dr. Türkan Saylan…

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yılları… Türkan Saylan, dönemin ilk müteahhitlerinden Fasih Galip Bey ve Lili Mina Raiman’ın ilk çocuğu olarak 1935 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Dört kardeşi daha olacak, belki de ‘ablalığın’ kazandırdığı meziyetler onu, meslek ve sorunlara çözümler ürettiği gönüllülük hayatında iyi bir lider yapacaktı.

Katı ve baskıcı ebeveynleri mahalledeki çocuklarla oynamasına bile izin vermedi. Koca bir konakta varlık içinde başlayan hayatı, babasının işleri bozulunca sıkıntıyla geçti. Konağın odalarını kiraya vermek zorunda bile kaldılar. Ömrü boyunca hep köy doktoru olmak istedi. Oldu da. Tıp fakültesine giderken Eminönü’nden bindiği tramvayın sesinde işitti ilk özgürlük çağrısını. Daha okulun ilk günlerinde yakasına taktığı ‘tıp rozeti’ ömrü boyunca sahip olduğu en değerli takıydı.

Okulu bitirmeden evlendi. Her iki oğlunu doğurduktan sonra tüberküloza yakalandı. Kemiklerine kadar işlediği için ikincisi çok daha kötü geçti, 8 ay yüzüstü yatmak zorunda kaldı. Bu yüzden küçük oğluna süt veremedi. Kağıthane Köyü’nde kayınvalidesiyle birlikte yaşadıkları köy evinde inek sütüyle büyüttü ikinci oğlunu. Sonraki iki yıl demir korse giymek zorunda kaldı ama yılmadı. İşte bu zor şartlara rağmen 1963 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. O yıllarda kendisine ve çocuklarına bakan kayınvalidesine hakkını hep teslim etti.

Cüzzamlılara Eliyle İlk Dokunan

1958 yılında Bakırköy Akıl Hastanesi’ni hamile bir öğrenci olarak ziyaret etti ve cüzzam hastalarının kötü koşullarına yüreği dayanmadı. Onu oraya götüren görevli, hastalara dokunmaması için uyardı. Fakat bir hekim hastaya dokunamazsa, nasıl şifa versin?

Deri ve zührevi hastalıklar alanında uzmanlık (1964-1968) almasında o ziyaret etkili oldu. Çünkü genç Türkan; okumuş, araştırmış, bu hastalığın dokunarak geçmediğini, tedavisi olduğunu öğrenmişti. Türkiye’de cüzzamlılara ilk dokunan da 1976 yılında Cüzzamla Savaş Derneği’ni kuran da o oldu. Dermatopatoloji laboratuvarının, Behçet Hastalığı ve cinsel ilişkiyle bulaşan hastalıklar polikliniklerinin kurulmasında yer aldı. İstanbul Lepra Hastanesi’nin gönüllü olarak başhekimliğini (1981-2002) yaptı.

Uluslararası Gandhi Ödülü Aldı

İngiltere’de eğitim gördü ve Fransa’da çalışmalar yaptı. İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanlığı (1982–1987), İÜ Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü (1981–2001), İÜ Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin kuruluşu / yönetimi, kadın sağlığı dersleri koordinatörlüğü, Dermatoloji Kliniği öğretim üyeliği gibi pek çok görev aldı.

2006 yılına kadar Dünya Sağlık Örgütü’ne lepra konusunda danışmanlık yaptı. Uluslararası Lepra Birliği’nin kurucu üyesi ve başkan yardımcısıydı. Avrupa Dermato Veneroloji Akademisi’nin ve Uluslararası Lepra Derneği’nin de üyesiydi. Hindistan’da verilen Uluslararası Gandhi Ödülü’nü 1986’da aldı. Türkiye’de ve dünyada verilen prestijli pek çok ödülün sahibi oldu.

Böyle kalın çizgilerle anlatınca incelik kayboluyor. Kurulan İstanbul Lepra Hastanesi’de çalışacak doktor-hemşire bulmak büyük mesele… Ayakları deforme olmuş cüzzam hastalarına ayakkabı yapılabilsin diye hastanenin içinde atölye bile kurduruyor. Hem de parasızlık içinde yaptırıyor bütün bunları. Parasızlığı imkânsızlık olarak görmeyen, bahane olarak gören bir savaşçı o.

Kendi Çocuğunu Kayırmıyor

Hayatında en çok diplomasının elinden alınmasından korkmuş. “Elimden diplomamı alsalar, gider yenisini alırdım ben” diyecek kadar da mücadeleci… Sıfırdan başlamaya hep hazır.

Özel hayatı da öyle dikensiz bir gül bahçesi değil. İlk eşiyle ayrılıyor. Çocuklarını göremediği zamanlar da oluyor parasızlık çektiği de.

Fakat her iki oğlu da ‘özgürlüğü’ anne evinde öğreniyor. Türkan Saylan her ne kadar kendi çocuklarını ihmal ettiğini söylese de oğulları Çınar ve Çağlayan Örge, “Bize üç öğün yemek yapmadı ama ufkumuzu açtı” diye anıyorlar annelerini. İki oğlunun kalacak yeri olmayan üniversite öğrencisi arkadaşlarına evini açan Türkan Saylan, gizlice bile olsa bir kepçe fazla çorba koymazmış kendi öz evlatlarına.

Biri kendi gibi hekim diğeri grafiker olan oğulları bu yüzden annelerinin arkasından şöyle demiştir:

“Biyolojik olarak onun annemiz olduğunu bile hissetmezdik, arkadaş gibiydik, hayatını değiştirdiği diğer çocuklar gibiydik. Onları hiçbir zaman bizden ayrı tutmadı.”

Kardelenlere Can Suyu

Türkan Saylan, 2009 yılında yaşamını yitirene kadar çağdaş bir toplum, eğitimde fırsat eşitliği, kız çocuklarının eğitim görmesi ve meslek sahibi olması için mücadele verdi. Kurucusu olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), binlerce kardelene can suyu verdi.

“Annem kahramanlık yapmıyordu kendine göre. Rutin, doğal işler gibi görüyordu, bizim de böyle düşünmemize fırsat vermezdi” diyen oğulları, Türkan Saylan’ın evde veya özel yaşamında asla kutlama beklemeyen bir kadın olduğunu anlatıyor.

Ve hekim olan küçük oğlu Çınar Örge, annesinin hiçbir özel organizasyon yapılmadan binlerce kişinin katıldığı cenaze törenini şöyle anlatıyor:

“Ben hayatım boyunca bu kadar temiz yüzlü insanı bir arada görmedim. Orada ağlayan bir sürü insan vardı. Hüngür hüngür değil… Bir yaş düşüyordu gözlerinden. Hüzünlü ama çok tatlı bir vedaydı.”

Kendi evlatlarına ‘eksik annelik’ yapmadı o, binlerce çocuğu kendi evlatlarının arasına kattı.