Çok anlamlı bir atasözümüz vardır: “Eskiye itibar (rağbet) olsa bit pazarına nur yağardı”. ‘İnsanlar her zaman yeniyi tercih eder, eskiyi istemez. Eğer insanlar eski şeyleri sevseydi bit pazarları bambaşka olurdu’ anlamında kullanılır. Doğru bir atasözü ama konu kitaplar olunca, bence durum değişiyor.
Bazı kitaplar var ki onların değerini yıllar geçtikçe anlıyor insan. Bence sevdiğimiz kitapları her 10 yılda bir yeniden okumalıyız. Tabii ki kitap aynı kitap, değişen bizleriz. İnsan değiştikçe, okuduklarına yüklediği anlam, okuduklarından anladıkları ve farkındalıkları da değişiyor.
Savaş Kavgayla Aynı Şey Değildir
‘Hac’, ‘Simyacı’, ‘Elif’, ‘Veronika Ölmek İstiyor’ gibi romanlarıyla dünyanın en çok okunan yazarları arasında bulunan Brezilyalı Paulo Coelho’nun 1997 yılında yazdığı ‘Işığın Savaşçısının Elkitabı’ (Manwal do Guerrerio da Luz)’nı çektim geçen gün kendi bit pazarımın raflarından. “Hiçbirimiz ışığın savaşçısı olduğumuzu düşünmesek de hepimiz öyleyizdir” cümlesinin içini dolduran kitap, insanın kendine inanması, yaşamın bile başlı başına mucize olduğunu anlaması, kendi kusurlarının da erdemlerinin de farkında olması, inancını yitirse de yolundan dönmemesi, bağışlamanın her şeyi kabullenmek anlamına gelmeyeceği gibi birbirinden farklı konularda iyi seçilmiş öğütlerle dolu.
Yeniden okumak iyi geldi. 20’li yaşlarımdaki tecrübemle farkına bile varmadığım şu cümlelerin altını çizdim mesela: “Işığın savaşçısının gücüne güç katan savaş deneyimidir.” “Işığın savaşçısının kendi yoluna güvenebilmesi için başkasının yolunun yanlış olduğunu kanıtlaması gerekmez.” “Savaş kavgayla aynı şey değildir.”
Doğmamış Çocuğa Anlatacak Ne Çok Şey Var
Gelelim ikinci kitaba. O da, Oriana Fallaci’nin 1975 yılında ilk basımı yapılan ‘Doğmamış Bir Çocuğa Mektup’u (Lettera a un bambino ai nato) Bende Pınar Kür’ün çevirisiyle 1998 basımı var. Yine 20’li yaşlarda hayranlıkla okuduğum masalsı bir kitaptı oysa bu kez o cümleleri ruhumda hissettim. Kitap, genç bir kadının sevgilisi ile ayrıldıktan sonra hamile olduğunu öğrenmesinin ardından henüz ‘doğmamış çocukla’ yaptığı konuşmalardan oluşuyor. Toplum-düzen kavramlarının, insan olmanın, insan yetiştirmenin ve toplumun kadına bakışının da işlendiği, bir kadının çaresizliğini, yalnızlığını, kaygılarını ve korkularını ustaca kelimelerle anlatan kitap, Fallaci’nin şiirsel dili ile okuyucuyu derinden etkiliyor.
Fallaci bu kitabı tüm kadınlara şu sözlerle armağan ediyor: “Kuşkulanmaktan korkmayanlara, bıkıp usanmadan ve ölüm acısı çekmeye dayanarak nedenleri arayanlara. Hayat verme ya da bunu geri çevirme bilmecesini kendi kendine sorana. Bu kitap bir kadın tarafından tüm kadınlara adanmıştır.”
Gerçeküstü Bir Aşk
Ve kitaplığımdan bir kitap daha çektim. Boris Vian ‘Günlerin Köpüğü’ (L’écume Des Jours)
1946’da iki günde yazılan kitabı ben 1991 yılında okumuşum.
‘Günlerin Köpüğü’nde yozlaşmış ilişkiler içinde yaşanan gerçek bir aşkı, bağlılığı ve ölümü metaforlarla anlatıyor Vian. “Görüldüğü gibi, topluluklar haksız ve kişiler her zaman haklıdır” diyen yazarın gerçeküstü, fantastik, hayal kurduran, zihni sürekli çalıştıran ve bir da o kadar da romantik kitabı…
Kitabın kapağında ‘Çağdaş aşk romanlarının en çarpıcısı’ ibaresi var. En kısmı çok iddialı ama çarpıcı olduğu kesin.
(Bu ay size anlattığım kitapların üçü de seyahatte çantanıza atabileceğiniz incelikte. Üstelik üçünün de size iyi bir tatil arkadaşı olacağından eminim.)