21’inci Yüzyıl Sanatına, Bir Nevi ‘Dilek Ağacı’ / Evrim Altuğ

Sevgili Arkas News okurları,

Hemen hepimizi içten ve dıştan birçok nedenle sınayan, birbirimize daha da yakınlaştıran, ya da dramatik bir sosyal mesafe bırakan bir yılı uğurlarken, biz de kültür-sanat camiamızdan kimi öncül figürlere, 21’inci yüzyılın (şimdilik) yeni yılı 2021 ve dünyaya getireceği sanat kompozisyonu adına, nasıl bir manzara ortaya koyabileceklerini danıştık.

Ortaya deyim yerindeyse ‘yılbaşı ağacı’ çeşitliliği ve sürprizleriyle yüklü bir derleme çıktı desek, yeridir. Dileriz bizim gibi siz de bu beklenti ve yorumların aydınlığında önümüzdeki günlere daha olumlu, sağlıklı ve uzak görüşlü bir yaklaşımla adım atabilirsiniz. Keyifli okumalar diliyoruz!

Özalp Birol / Genel Müdür (Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür Sanat İşletmesi)

2020 yılı öyle bir küresel kaosla başladı ki,  dünyaya, olaylara, kendimize, hayata bakışımızı değiştirdi. Ezberler bozuldu, önceleri pek farkına varamadıysak da yeni bir çağ başladı…

Dünya ve doğa, insanlığa, insanlığın hırsları ve hataları üzerinden, net ve ağır bir mesaj verdi.

Dolayısıyla, 21. yüzyılın ilk 19 yılını ve takip eden yılları ayrı ayrı, salgın öncesi ve salgın sonrası olarak 21.yy – a, 21. yy – b gibi görmemiz gerekecek. Dilerim bunu başka kaoslar izlemez…

21. yüzyıl sanatı zaten hızlı bir dijitalleşme sürecindeydi. Bunu, Venedik başta olmak üzere, geçtiğimiz yıllarda dünyanın değişik kentlerinde düzenlenen  bienallerde de görüyor, anlıyorduk. Salgın ve zorunluluklar bu süreci daha da hızlandırdı.

Sanat, yüzyıllar boyunca her krizde ve hatta kaosta görüldüğü gibi, yolunu bulacaktır… Salgın sürecinde ve sonrasında, dünya düzenini, hızlı üretim ve tüketim başta olmak üzere küreselliğin dayattığı modelleri, önceki dönemlere kıyasla, daha fazla sorgulayan, eleştiren, alternatif öneren ve sanatçılar arasında iş birliğiyle, dayanışmayla üretilmiş kolektif yapıtların sayıca artacağını; bu bağlamda,  sanat kurumları arasında da ortak projeler gerçekleştirileceğini düşünüyorum. Doğaya, çevreye duyarlılık, daha azla yetinme, daha alçakgönüllü ve yavaş yaşama gibi unsurlar ön plâna çıkacak, bunlar sanatçıların yapıtlarına, gerek içerik gerekse üretim bağlamında, yansıyacaktır.

Kültür ve sanat kurumlarının ve kuruluşlarının iş yapma ve işletme modelleri değişecek, bu alanlarda, teknolojiye dayalı çevrimiçi çözümlerin (yapıtlar, müzayedeler, sergiler, toplantılar gibi) önemli bir bölümü kalıcı olacak ve fiziki çözümlerle birlikte kullanılacaktır. Bu değişiklikler gerçekleşirken ‘insan’ın sistemden dışlanmaması, yeni modeller içinde yeni görevler üstlenerek var olması çok önemlidir. Aksi bir durum, dünyada toplumsal kaosa neden olur. Kültür ve sanatın iyileştirici gücünü ve önemini, yaşamakta olduğumuz bu kritik dönemlerde daha iyi anlayacağız.

Cem Erciyes / Eleştirmen, Gazeteci, Doğan Kitap Genel Yayın Yönetmeni

Bu yılbaşının gözde şakası, 2020 yılından kurtuluyor olmak. Yılbaşı kutlamanın manâsı da bu zaten, kötülükleri arkada bırakıp yeniliğe, güzelliğe ve iyiliğe doğru zamanda ilerleme ihtimaline sıkı sıkıya sarılmak.

Bu yıl bu ihtimal her zamankinden daha değerli, çünkü artık hepimiz ‘bitsin’ istiyoruz. Dünyada milyonlarca insanı öldüren salgın bitsin, küçücük çocukları geleceğe küstüren iklim krizi bitsin, İstanbul’u yok olmakla tehdit eden deprem ihtimali bitsin, dünyanın dört bir yanında iktidarda olan diktatörlükler gitsin, bitsin… istiyoruz.

Ama biliyoruz ki bunlar 31 Aralık’tan 1 Ocak’a geçerken yok olup gitmeyecek. Hatta daha yıllarca devam edecek; ne de olsa müsebbibi biziz. Hiçbiri kendiliğinden gelmedi ve kendiliğinden de gitmeyecek. Bu gidişle gelecek için hayal kurmak imkânsız, sanat yapmak anlamsız olacak.

Ama kurtuluşumuz yine de mümkün.. Bütün bu melanetin menşei olan insan tabiatı aynı zamanda çıkarcılığı ile tek güvenebileceğimiz şey. Türünün sona ermek üzere olduğunu anladığı anda, hayatta kalma içgüdüsü aklını başına getirecek ve insanlık, ani bir dönüşle bir kez daha kendini kurtarmayı becerecek.

Göreceksiniz…

Memed Erdener / Sanatçı (Portre fotoğrafı: Barbaros Kayan)

Selam,

Sorunuzu bir alıntıyla cevaplıyorum.

“[İnsan] yeter ki kendi varlığının derinliklerine dikkatle kulak verip henüz o dile getirilmemiş’in, kendisi ile başlayan yeni’nin sesini işitebilsin. Ancak okullarda edinilmiş alışkanlıklardan el çekerek, başkalarının duygularını, paylaşımlarını geride bırakarak kendi doğasının alabildiğine derin kuyusuna uzanan tek kişilerdir ki, sanatla yakın ve mahrem bir ilişki kurabilirler aralarında: Sanatçı olurlar. Sanatçı olmanın biricik ölçütüdür bu.”

—Rainer Maria Rilke “Sanat Üstüne”, s. 72, Cem Yayınevi (çeviri: Kâmuran Şipal)

Murat Germen / Sanatçı, Akademisyen (Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi)

21. yüzyılı bir matah sandık, teknolojik ilerlemeyi baş tacı yaptık ve bu yüzden beklentimiz lüzumundan yüksek oldu; çok ilerleyeceğiz, ilerledik sandık. Donanımlı, eğitimli, bireyler olarak artık hamallık ile uğraşmamalıydık; bize yakışmazdı. Artık biz üretmemeli, efor sarf etmemeli aksine üretileni yönetmeliydik. Süreç ile değil sonuç ile ilgilenmeli, fikir / vizyon / kavram geliştirmekle iştigal eyleyip ortaya çıkması gereken işleri başkalarına yaptırmalı ya da başkalarına ait içerikleri yöneterek yeniden kullanabilmeliydik.

İşleri yapanlara da en fazlasından operatör, hamal, usta, işçi, zanaatkâr gibi çeşitli isimler atfedip değersiz göstererek kendi yaptığımız işi değerli göstermeliydik. Ne de olsa bunun için eğitildik değil mi? Eğitim aydınlanma için gerekli değildi artık, iyi kızışmış rekabette güya “kendi ayakları üzerinde durabilmek,” bitmeyen yarışta önlere geçmek içindi. Niye aydınlanalım ki zaten? Aydınlandıkça sistemin içyüzünü öğrenip iyice “kafayı sıyırma” aşamasına gelmek gibi bir tehlike var sonuçta. “Cehalet mutluluktur” derler ya!

Tüm bunların sonunda; -mış gibi yapmanın, siyaseten doğrucu olmanın, erkin gizil ya da açık olarak önerdiği konulara odaklanmanın en “emniyetli” yol olduğunu idrak ettik. Çeşitli duyarlılıklar bile bizatihi menfaat sağlanan “mesleki” tavırlara dönüşmeye başladı; “duygunluk” bir metaya, diğer deyişle nabza göre şerbete ya da duruma göre “uygunluğa” evrildi.

Tüm bu yaşamsal haller ister istemez sanat alanında da kendine güçlü bir yer buldu. Sanat artık avangart, öncü, marjinal özelliğini reytingci güncelciliğe dönüştürmeye başladı; “geçer akçe” konular üzerine iş üretmenin çeşitli karşılıkları olabileceği keşfedildi. Bir moda şirketi yönetim kafasından hallice bir anlayışı takiben ‘en muteber sanat güncel sanattır!’ zihniyeti egemen oldu. Sanıyorum bunda farklı alanlarda birçok emtiayı hazır ithal ediyorken, bunların yanında gelen felsefeyi ithal ediyor olmamızın da bir payı var; ithalâtçı son modeli ithal eder çünkü satacağından emindir… Ama unutmayalım ki, ‘bit pazarına rahmet’ de yağabiliyor sonraki yıllarda…

Kanaat, nezaket, saygı, tevazu, tasarruf gibi kavramlar tekrar su yüzüne çıkmadığı sürece 21. yüzyılda sanatın nereye gideceği konusunda düşünme heyecanı taşımıyorum. Şu sıralar ürettiklerimizle birlikte meşrulaştırıcı boyutlar olarak sunduğumuz buluntu imge, hazır nesne, makine öğrenmesi, yapay zekâ, politik sanat, konsept metni, vb. yeteri kadar ikna edici değiller. Bu tür tutarsızlıklara dikkat çekmek ise devamlı özgürlükten dem vuran bu dünyada neredeyse yasak; yasağa uymayanları, siyasi erk gibi gözaltına olmasa da, gözardına alıyorlar…

Neyse; kıymetli Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’den gelsin: “Gel, gel, ne olursan ol yine gel, … Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir, … Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol! …”

Serhan Ada / Yazar, Şair, Öğretim Üyesi (İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi Programı)

Onların “hareket”leri vardı ve sanatı kurum yapan, burjuva toplumunun tüketim nesnesi haline getiren herşeye hem de şiddetle karşı koyup onu, hangi biçimde olursa olsun, hayatın ortasına fırlatmaya kararlıydılar. İçlerinden pek çoğu dünya savaşlarında hayatlarını kaybettiler ya da genç öldüler. Öncü kolun, avangardın kaderi de zaten bu değil midir? Onlar yine de bir yüzyıla damgalarını vurarak göçtüler.

Aradan geçen zamanda, avangard modada, tüketimde, reklamda sık kullanılan bir kelime haline geldi. Kimilerinin deyişiyle evcilleşti. Oysa, zamanlar değişti. Güncel sanat (yarın olup gün değiştiğinde ona yine “güncel” diyoruz, demeli miyiz?) piyasaların gözdesi, dünyanın başına bela, mali krizlerin işaret fişeği gayrimenkul piyasasının en gözde süsü durumunda.

Ne kadar provokatif olursa o kadar yüksek fiyata alıcı bulabiliyor…

Onların “kolektifleri, girişimleri, platformları” var. “Kültürel Temizlenme”, “Siyasal Güzellik”, Lenin’den ilhamla “Ne Yapmalı?” gibi isimler taşıyorlar. Siyasetin olmadığı bir ortamda siyaset, akademinin iflas ettiği bir dünyada araştırma yapıyor, işlerine dair uzun, açıklayıcı metinler hazırlıyorlar. Ataletin olduğu bir dünyada eylem içindeler.  İşleri (projeleri) bienallerde, galerilerde, alanlarda sergileniyor.

Kimyacı Lavoisier idi, Shakespeare’den sonra varlık ile yokluk üzerine o çok bilinen sözü söylediydi “…her şey dönüşür”. Yeryüzünde hayat oldukça…

Ali Akay / Sosyolog, Yazar, Küratör, Sanat Eleştirmeni (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi)

İlk olarak, Sanatın bir form değişikliğine uğradığını saptayabiliriz. Sanat tarihinin yaratı üzerine kurulu farklı sanatsal gelişiminin yerini bugün git gide enformasyon ve iletişim doldurmakta. Belki de gazetecilerin yapmadığı bazı işleri, sanatçılar yapmaya başladılar. Bu bakımdan belgesellerin, tarihin ve belleğin güncel ile ilişkisi önem kazanmakta.  Belgeselin arşive ait yeri sanatsal estetik bakışın yerini dolduruyor. Kurgu gerçek ile yan yana arşivi birleştirmekte.  21. Yüzyıl o bakımdan; bir yandan emeğin üçüncü evresi olarak adlandırılabilecek veya hatta ”emeğin sonu” olarak adlandırılan bir dönemde ortaya çıkmakta.

Rifkin buna “iletişim çağı” adını vermekte. Üçüncü sanayi devrimi olarak görülebilecek bu dönemde yeni iletişim teknolojileri tele-işler, tele-uzamlar, virtüel dünyalar yan yana gelmekteler. Antroposen ise, ekolojik yıkımda küresel ısınmayla birlikte kendine yeni bir yer edindi. Dünyasallaşmanın başka bir boyutu da otomasyon ve teknolojik robotizasyon olmakta. Emeğiyle geçinen onca insanın işlerini kaybetmesi ve yaşam koşullarının sefaleti aynı zamanda sanatçıların ilgi odağı haline dönüşmekte.

Zaten Merkantil kapitalist bir yaşam içinde gelişen sanat ortamının piyasa ile ilişkisi, bu anlamda, bir yandan küçük bir sanatçı grubu için, hem büyümekte, ama diğer yandan, hem de başka yerlere doğru çekilmekte. Sanatçıların uğraşı bugün acı çekenlerin, iltica edenlerin, göç ve ırkçılığın sorgulaması içinde. Bunların bir araya geldiği bir dünya görüntüsü içinde, bu sorunları öne çıkararak bize ışık tutmaya başladıkları bir döneme girdik. Bu yeni dönemin 19.yüzyıl sonundaki Realizmden farkı özellikle emek üzerine kurulu bir ütopyanın sona ermesiyle ilgilidir.  Nasıl (Marcel) Duchamp için (Gustave) Courbet’nin Realizmi  ‘retinaya ait sanat’ yapmaktaysa ve  eskiyse, bugün, de artık realizmin yanında,  distopyalarla yaşayan bir katastrof dönemine girdik.

Çağlar boyunca hem dini ritüellerin ve masalların hem de seküler yaşamın modernliğinin taşıdığı iyi ile kötü ayrımı zorlanmakta. Popülist iktidarların hakimiyeti bu ayrımı zorlaştırmakta. ‘İyinin ve kötünün ötesinin’ diğer yanına geçmeye başladık. Sanat ,içinde yaşadığı koşullardan bağımsız olmadı hiç, tarih boyunca. Bugün de bu zoraki olarak sürmekte. Yeni yaratıların beklentisi içindeyiz. Ümitsiz değilim; gelecektir bunlar; ama koşullar bu hızı yavaşlatmakta sanırım.

Necmi Sönmez / Küratör, Sanat Eleştirmeni

Merhaba,

Kaybettiğimi sandığım beni öp sonra doğur beni’nin ilk baskısı (e yayınları, yöneten: Cevat Çapa, Ekim 1973)  tekrar elime geçince, Cemal Süreya’nın Seviş Yolcu’sunun 2021 için iyi başlangıç olduğunu düşünmeye başladım.

Mutluluk, sağlık, umut dolu bir yeni yıl.

Sevgiler,

1.

Gurbet yavrum garba düşmektir gurbet

Çiçeklerden gelincik içinde Bünyamin sevgisi

2.

Yürüdün gittin eski kurganlar üstünden kent kent

Kulağında âmâ bir çömleğin kırılma sesi

3.

Barış demiştir ve güvercin tıkmışlardır boğazına

Bu yüzden edep kuralı gözetmez Anadolu ermişi

4.

Bu yüzden kimi zaman zordur ayırmak

Üstünü başını yırtmış ağıtlardan şiiri

5.

Bir dostluk hastalığı senin şiirin

Sümbül diye genzine bastırırsın akrebi

6.

Öyle durur bir kıyının serüveninde ceset

Odan öyle sevinçsiz yüzün öyle serin ki

7.

Yine de bir elinle kapıyı aralarken

Öbür elindeki titreme dünyanın anadili

8.

Merkezefendi’nin gizli barınağından

Bu açık hava kahvesine getirdiğin ne ki

9.

Bir kentin ortasındasın boyuna saatini kuruyorsun

O durursa hayatın da duracak sanki

10.

Evler eski bir uygarlığın dingin lağımları

Sokaklarsa çatışıyor temizliyor birbirini

11.

Anımsar mısın toros ekspresinden inmiştiniz

Biletlerinizden ibaretti ikinizin de kimliği

12.

Bahçelerden geç parklardan köprülerden geç git

Aşklar da bakım istiyor öğrenemedin gitti

13.

Seviş yolcu büyük sözler söyle ve hemen ayrıl

Uçurumlar birleştirir yüksek tepeleri

Derya Yücel / Küratör, Yazar, Sanat Eleştirmeni (Sabancı Üniversitesi Kasa Galeri Direktörü)

Sanat pratikleri, bireysel ve kolektif deneyimin bir parçasıdır. Sanat, bireyin ilgi ve yeteneklerine göre kendini gerçekleştirmesi eylemidir.  Ancak, sanat aracılığıyla ifade her ne kadar tekillik içeren bir eylem olsa da, doğası gereği toplumsal olgularla ilişki içindedir. Sanat tarihine baktığımızda, kriz dönemlerinde sanatsal düşüncenin ve üretimin zenginleştiğini, yeni anlatımlar ve yeni araçların ortaya çıktığını görebiliriz. 2020 yılı, Dünya tarihinde yaşanan küresel salgın felaketi ve bunun yarattığı krizle hatırlanacak.  Pandemi döneminde toplumsal, ekonomik ve kültürel rejimlerin kırılganlığını çok keskin biçimde yaşadık ve gördük. Sanat alanına baktığımızda ise, nesne merkezli bir üretim, dağıtım ve tüketim ekonomisinin ağırlıkta olmasının arazlarına şahit olduk. Görünürlük, süreklilik, sürdürülebilirlik, güvencesizlik, dayanışma, fon ve kaynakların yoksunluğu gibi ekonomik gerçeklikleri bir kez daha deneyimledik. Bunun dışında, Dünyayı algılama biçimlerimiz ve gündelik yaşamlarımızın da nasıl hızla değişebileceğini gördük.  Kendimizi, teknolojinin olanaklarıyla zaman ve mekân kavramlarının aşıldığı , iletişim özgürlüğünün yeni bir anlama kavuştuğu, sanal ve çevrimiçi dünyanın potansiyelinin yeniden keşfedildiği bir sürecin içinde bulduk. Bu süreç, sanatın da anlamı, yöntemi ve araçlarını değiştiriyor.

Sanat tarihi, başlangıcından itibaren sürekli değişen biçim, stil, teknik ve fikirler bütünü olarak tanımlanabilir. Günümüzde artık farklı disiplinlerin  bir arada ve çok sayıda kombinasyonla kullanıldığı sanat ortamında, gelişen görsel teknolojilerin etkilerini sanat üretimlerinde yoğun olarak görmekteyiz. Geleneksel sanat formları ile dijital sanat formları arasında bugün algılanan farklılıkların pek çoğu, zamanla silinecektir. Sanat nesnesinin, ister estetik bir temsil, ister politik bir söylemin aracısı olmaktan çıkıp, dijital ortamda varlığını sürdüren sanal bir görüntüye ve nesneden bağımsızlaşarak enformasyona dönüşmesi sürecinin hızlandığı bir dönemin eşiğindeyiz.  Zaman ve mekân kavramları altüst oldukça,  ‘kapsayıcı’, ‘ulaşılabilir’ ve ‘her yerde olabilir’ sanat, yaşayan ve canlı bilgi kaynakları olarak işlev görebilir. Geleneksel sergileme modelleri, değişebilir, kolektif, işbirliğine dayalı, saydam ve esnek sunumlara evrilebilir. İzleyici ile hızlı, zaman kısıtlaması olmadan, direkt ve dolaysız bir ilişki içinde, sanat çok daha geniş kitlelere ulaşabilir..

Beral Madra / Küratör, Yazar ve Sanat Eleştirmeni

“Metropolleri ve dolayısıyla kültürleri çevre ülkelerinden gelen insanlar tarafından istilâ edilen merkezlerin, artık çevreye sömürme amacıyla yaklaşması söz konusu değildir; merkez, bir uzlaşma yoluyla karşılıklı yararlanma önermeyi daha akılcı ve yararlı buldu ve adını ‘küresel kültür sentezi ve kültürler arası diyalog’ olarak koydu. Bu aynı zamanda bir çeşit, 21.yy dünya kültürünü birlikte kuralım önerisi ya da zorunluluğuydu! Bu süreci yaşıyoruz ve sonuna kadar değerlendirmemiz gereken bir fırsattır, bu.

Günümüzde özel sektörün çağdaş sanat alanına yatırımları, uluslararası ekonomik sistem içinde görünür olma ve yer alma isteğinin, gösterisidir. Bu gerçeği yaşarken, başka bir gerçeği, Türkiye’deki çağdaş sanat üretiminin küresel sistem içindeki yetersiz konumunu göz ardı edemeyiz. 20.yy dünya sanat haritası ve sözlüğünde Türkiye yoktu dersek, bu abartılmış bir olumsuz yargı ya da kötümserlik değil, bir gerçektir. Bu çeyrekte ise üretimin önemine karşın ülke genelinde çağdaş sanata ilişkin altyapıların yokluğu, kamusal yatırımın zayıflığı, yaratıcı insanı destekleme ve istihdam eksikliği yüzünden bu haritaya yeterince girebilmiş değil.

Ne kadar süreceğini kestiremediğimiz pandemi sürecinde mevcut koşullarda kültür ve sanat sanayisi nasıl işleyecek sorusu şimdilik yanıtını çevrimiçi etkinliklerde alıyor. Sanatçılar bu tür kriz dönemlerinde çok daha verimli olur; yaratıcılıklarını sorunların çözümüne yönlendirir. Sanat uzmanları da sanatçıların bu özelliğine uyum sağlıyor. Çevrimiçi çok geniş kitlenin ilgi ve beğenisine açık; ücret ödemeden sanat yapıtlarını görebilir, konferansları dinleyebilir. Mevcut müzeler ve sanat galerileri de bu direnişe katılıyor, önlemlerini alarak kapılarını açtı. Sanat piyasası ise çoktan sanal piyasa koşullarını oluşturdu ve sanal müzayedeler yapılıyor; koleksiyoncular için çeşitli olanakları sunuyor.

Bu açılardan bakıldığında her şey yolunda gibi görünüyor. Öyleyse neden bu soruyu soruyoruz?
Öncelikle, sözünü ettiğim kültür ve sanat altyapı zayıflığı pandeminin insan ilişkilerini mekânsal ve zihinsel açıdan sınırlayan koşullarında daha da belirginleşiyor. Bu koşullarda geniş kitlenin sanat etkinliklerine katılıp sanatçı ve sanat uzmanlarıyla doğrudan diyaloga girmesi ve verilmek istenen mesajın etkisinden yararlanması zorlaşıyor. Sanat ve tasarım eğitimi alanların üniversite sonrası istihdam olanakları daha da kısırlaşıyor. En önemlisi de, sanatçılar ve sanat uzmanlarının yaşamsal gereksinimi olan uluslararası dolaşım ve küresel sanat ve kültür platformlarında görünür olma gereksinimi engelleniyor.

Eğer devlet ve yerel yönetim kültür ve sanat politikaları günün koşullarına göre yenilenmezse, bu kısıtlayıcı koşutlar yakın geleceğin yaratıcı kuşağını olumsuz etkileyecek ve geniş kitlenin özgür ifade, eleştirel bakış ve yaratıcı yeniliklere ulaşması da gerçekleşmeyecek. Özel sektörün de görünürlük yatırımları da bu olumsuzluktan etkilenecek.

Bu bağlamda, özellikle yerel yönetimlere ve özel sektöre büyük sorumluluk düşüyor; kültür ve sanat politikaları gözden geçirilmeli ve uzmanların desteğiyle değiştirilmeli ve yenilenmeli. Sanatçılar ile sanat ve kültür uzmanları da örgütlenmeli ve mevcut örgütlerini canlandırmalıdır.”