Başkasının Balını Kendi Ağzına Zehir Etme / İpek Durkal

Geçen yıl tam da bu zamanlar sizlere ‘Yeni Yıla Hafiflemiş Girelim mi’ diye sormuş, sadeleşmiş bir hayatın konforu üzerine yazılmış üç kitaptan bahsetmiştim. Nereden bilebilirdim ki hayatın bizi mecburen sade ve basit yaşama yönlendireceğini…

Üstelik bu sadeleşme yalnızca tüketim ya da yaşam tarzında olmadı. En çok, insan ilişkilerinde sadeleştik. Bu da bir fırsat doğurdu aslında. Mecburiyetten, alışkanlıktan, sosyal olma arzusundan, sevilme isteğinden ya da her neyse bir sebepten ilişki kurduğumuz ancak karşılıklı hiçbir olumlu alışverişte bulunmadığımız insanları fark edip şu süreçte onlardan koptuk.

Aynı zamanda bir şeyi daha gördük, felaketler karşısında eşitiz. Para, şan, şöhret vs pandemide hiçbir işe yaramıyor. O zaman nedir bu kıskançlık nedir bu haset?

Hakikaten, nedir haset ve kıskançlık? İkisi birbirine çok karıştırılan kavramlar olsa da aynı şey değiller. Kıskançlık, elinde olanı yitirme korkusu. Haset ise, kendi isteğinin bir başkasında olmasından dolayı hissedilen yakıcı bir öfke. Ne diyor atasözünde: “Haset başkasının balını kendi ağzına zehir etmektir.”

Hasetlerin Şükretme Duygusu Yok

Freud’dan sonra psikanaliz tarihinin en etkili kuramcısı olarak görülen Melaine Klein 1957 yılında yazdığı ‘Haset ve Şükran’ (Envy and Gratitude) kitabında hasetin annemiz ve onun memesiyle kurduğumuz ilişkiyle şekillendiğini ve tüm hayatımızı kapsadığını anlatıyor.

Hasetin mutluluk ve şükran duyma yetilerinin gelişimi üzerindeki etkilerinden bahseden Klein haset, kıskançlık ve açgözlülük sebeplerini de psikoloji bilimiyle açıklıyor. “Hasetli insanın tatmin edilmesi imkansızdır, hiçbir zaman tatmin olmaz çünkü haseti kendi içinden kaynaklanmakta ve böylece her zaman yönelecek bir nesne bulmaktadır” diyen Klein hayatı boyunca hiçbir zaman şükretmeyecek ve cömert olmayacak bu karakteri gerekçeleriyle açıklıyor. Hasetin kötücüllüğünün sebeplerini öğrenmek isterseniz, yazıldığı günden bu yana psikoloji dünyasına ışık tutan bu kendisi ince ama içi dolu kitabın sayfaları arasında öğrenecek çok şey var.

Abartılı Methiyelerden Kaçın 

İlk basımı 2011’de yapılan ‘Haset ve Rekabet’i de eğer okumadıysanız okuyun isterim. Bakış açısına, bilgisine ve kalemine hayranlık duyduğum Psikolog Leyla Navaro haset ve kıskançlığı şöyle tanımlıyor: “Haset kendinde olmayanı veya bir başkasında olanı elde etme arzusudur. Kıskançlık ise elde edilmiş olanı kaybetmeme isteğidir.”

Klein, haset ve kıskançlığın yanında açgözlülüğü de incelerken Navaro rekabet konusunu işliyor. Haset insanların mutsuzluklarından dem vuruyor. Tüm kitabı örneklemeleriyle buraya yazmak isterim ancak maalesef bu mümkün değil. Yine de birkaç tüyo vereyim. Biri size abartılı bir şekilde methiyeler düzüyorsa ya da varlık ve başarılarını başkalarının gözüne bir teşhirci gibi sokuyorlarsa bilin ki karşınızda haset eden bir karakter var ve konunun aslında sizinle hiçbir ilgisi yok…

Hepimizin İçinde Bir Parça Var… 

Psikoloji kitaplarını çok seviyorum ve bu yüzden sık sık psikoloji kitapları öneriyorum. Hem kendimi hem de karşımdaki insanı anlamamda çok işe yarıyor. İşte onlardan biri daha. Bireysel Psikoloji ekolünün kurucusu Psikiyatrist Alfred Adler, ‘İnsan Doğasını Anlamak’ (Understanding Human Nature) adlı başyapıtında “Kıskançlığın bin bir farklı yüzü vardır. Güvensizlik ve kişinin başkalarına pusu kurma gayreti, diğer insanları sürekli eleştirmesi, hiç durmadan dışlanacakmış korkusunu yaşaması kıskançlığın belirtilerindendir” diyor. Haset içinse, “Birey ve kendine belirlemiş olduğu gerçekleştirilmesi imkânsız amacı arasındaki uçurum kendini aşağılık kompleksi şeklinde gösterir” diyor ve çarpıcı bir tespitte daha bulunuyor: “Hiçbirimiz haset duygusundan tamamen arınmış değilizdir.”