Küresel ısınma yalnızca karada yaşayan canlıları değil okyanuslardaki yaşamı da tehdit ediyor. Gözümüzün gördüğü etkileri dışında denizlerde olanları da göz önüne çıkarmak üzere çalışan ve dikkat çekmeye çalışan bilim insanları var. Okyanuslardaki oksijen seviyesi 50 yılda yüzde 2 azaldı. Bilim dünyası karbondioksit salınımına karşı, dünyanın sanılandan daha hassas olduğunu söylüyor. Ortalama ısının sanayileşme öncesi döneme göre 2°C artmasının önüne geçmek için küresel karbon emisyonunun yüzde 25 oranında azaltılması gerektiği ifade ediliyor. Doğal Yaşamı Koruma Vakfı (WWF) da hava – deniz kirliliği ve küresel ısınma gibi nedenlerden dolayı doğal yaşam nüfusunun yüzde 60 azaldığını belirtiyor.
Küresel ısınma canlı çeşitliliğini olumsuz yönde etkiliyor. Yalnızca karada yaşayan canlılar değil, okyanuslardaki yaşam da büyük bir risk altında. Küresel ısınmadaki en büyük etken ise sera etkisi. Dünyayı bir örtü gibi saran atmosferdeki bazı gazların, ısıyı koruması “sera etkisi” olarak tanımlanıyor. Sıcaklığın artmasını sağlayan gaz salınımlarında meydana gelen artış küresel ısınmaya ve sera etkisinin artmasına neden oluyor. Sera gazları içerisinde küresel ısınma ve iklim değişikliğine neden olması bakımından ilk sırayı karbondioksit alıyor. Karbondioksit’in deniz suyundaki çözünürlüğü diğer gazlara oranla daha yüksek. Zengin bir biyoçeşitliliğe sahip olması bakımından okyanuslar ve denizler küresel ısınmanın yaratmış olduğu değişim sürecinden bu nedenle en çok etkilenen sucul ekosistemler olarak öne çıkıyor.
Oksijen Miktarı Azalıyor
Küresel ısınma su altı yaşamı için büyük tehdit oluşturuyor. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’nin yayınladığı rapora göre küresel ısınma okyanuslardaki oksijen miktarını büyük ölçüde azalttı. Raporda ifade edildiğine göre 1960-2010 yılları arasını kapsayan 50 yıllık sürede okyanuslardaki oksijen miktarı yüzde 2 düştü. 1960’larda okyanuslarda oksijenin az olduğu nokta 45 iken bu rakam günümüzde 700’e ulaştı. Bir diğer etki de ısınan okyanusların küresel su seviyesini sanılandan daha hızlı bir biçimde yukarı çektiği yönünde. Deniz seviyesinin geçtiğimiz yüzyılda 10 ile 20 santimetre kadar yükseldiği biliniyordu. Ancak, son 20 senedeki yıllık deniz seviyesi yükselmesi yılda 3,2 milimetreye çıkmış durumda.
Fiziksel, Kimyasal ve Biyolojik Tahripler
Atmosferdeki yüksek ısının sebep olduğu sıcaklık okyanus ve denizlerin kimyasal, fiziksel ve biyolojik özelliklerini önemli derecede tahrip ediyor. Bu değişimler, başta balıklar olmak üzere suda yaşayan tüm canlı türlerinin yaşamlarında geri dönüşü olmayan bazı hasarlar bırakabiliyor. Zira suyun sıcaklığı bu canlıların hayatlarındaki en önemli parametrelerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Okyanusların ısınmasının önemli bir diğer sonucu da suların asiditelerinin artması. Atmosferdeki karbondioksidi emdikçe deniz suyundaki pH oranı değişiyor ve asidite oranı yükseliyor. Yüksek asidite denizlerde yaşayan kabuklu türler için istenmeyen bir durum ve türlerin üremelerine engel oluyor. Sucul türler özellikle embriyonik ve larval evrelerinde ısınma, asitleşme gibi etkilere daha hassas hale geliyor. Mercanlar da sudaki ısınma ve asitlik durumundan en fazla etkilenen türler arasında yer alıyor. Günümüzde pekçok mercan türünde yüzde 60’lara varan dekalsifikasyon (Kalsiyum erimesi-yumuşaması) gözlemleniyor.
Küresel Isınmanın Biyoçeşitlilik Üzerindeki Bazı Somut Etkileri
Mercan Resifleri
Mercan solmaları veya ölümleri, mercan iskeletlerinin zayıflaması ve büyüme hızlarının düşmesi, fırtına ve kasırgaların şiddet ve sıklığında oluşan artış nedeniyle resiflerin bozulması.
Mangrov Ormanları
Sıcaklık artışı ve deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle mangrov ormanları dağılımının değişmesi, mercan resifleri tarafından korunan mangrov ormanlarının şiddetli dalgalar ve rüzgar nedeniyle hasar görmesi ya da yok olması.
Deniz Çayırları
Büyüme hızlarının değişmesi, su derinliğinin artarak güneş ışığı miktarını, su hareketliliğini ve gelgit döngüsünü sınırlandırması ve bunun bitki üretkenliğini azaltması.
Deniz Kaplumbağaları
Kıyı erozyonu nedeniyle yumurtlama habitatlarının azalması ve yok olması, yumurtalardan daha fazla dişi yavru çıkmasına sebep olarak cinsiyet dağılımını bozması, mercan solmaları ve deniz çayırı ölümleri sebebiyle otlama ve avlanma alanlarının azalması.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 51. Oturum’unun ardından yayınlanan Değişen İklimde Okyanuslar ve Kriyosfer Özel Raporu’nda da bu hususlara dikkat çekiliyor. Panel, okyanusların 2100 yılına kadar 28 ile 98 santimetre arasında yükseleceğini söylüyor. Bu artış Amerika’nın batı kıyısındaki birçok şehri sular altında bırakmaya yetecek bir miktar. Yapılan bir başka bilimsel araştırma da denizlerdeki su seviyesinin BM tahminlerinden iki kat daha fazla yükselebileceğini ortaya koyuyor. 2100’e kadar 68 cm ile 2,38 metrelik bir yükselişten söz edilen ve Bristol Üniversitesi’nce gerçekleştirilen araştırmada, 180 milyon kişinin bu nedenle göçe mecbur kalabileceği ifade ediliyor.
WWF’in yayınladığı Yaşayan Gezen 2018 raporunda da dünyamızın yaşam destek ünitesinde olduğu vurgulanıyor. Gezegeni kurtarabilecek son nesil olduğumuzun önemle belirtildiği raporda, son 50 yılda doğal yaşam azalma oranının yüzde 60 olduğuna dikkat çekiliyor.
Küresel ısınmaya karşı alınacak önlemlerin başında karbondioksit emisyonunun azaltılması geliyor ve bu amaç doğrultusunda uluslararası düzeyde çalışmaların artırılarak uygulamaya konması gerekiyor. Unutmamak gerekir ki, ekosistemi korumak yalnızca kendi türümüzü değil, diğer tüm canlı türlerinin de korunması anlamını taşıyor. Ortak geleceğimizi korumak ve sürdürülebilirliğini sağlamak, tüm ulusların öncelikli ödevi olmalı…