İstersen Her Şey Olur Sanma Hayalini Yorganına Göre Uzat / İpek Durkal

Katıldığı bir programda, “Hayalini yorganına göre uzat” diyen Prof. Dr. Acar Baltaş’ın aynı isimli bir de kitabı olduğunu öğrenince hemen alıp okudum. (Kitabın ilk baskısı 2007’de yapılmış) İyi ki de okudum çünkü özellikle iş hayatı ve insan ilişkileri konusunda ufkum genişledi.

Profesör Baltaş’ın kitabına bu ismi vermesinin sebebi 90’lı yıllardan bu yana özellikle Amerika tarafından pompalanan ve Türkiye’de de çok büyük kabul gören ‘Yeter ki iste, olumlu düşün her şeyi yapabilirsin’ fırtınası. ‘Kişisel gelişim’ adı altında basılan pek çok kitap bunu anlatıyor ve insan bu kitapları okuduğunda eğer ‘gerçekten isterse’ tüm dünyaya hükmedebileceğini sanıyor. Oysa gerçek hayata döndüğünde kazın ayağının hiç de öyle olmadığı anlaşılıyor ve çok öncesinden çok daha derin bir hayal kırıklığı yaşıyor.

Baltaş Hoca da işte tam bunu anlatıyor ve “İste olsun diye bir şey yok, her duyduğuna her okuduğuna inanma, öyle her istediğini yapamazsın, beceri ve yetenek diye de iki gerçek var” diyor.

Kitaptan şöyle kısa bir alıntı yapmak istiyorum: Başarmak için istemek gereklidir ancak yeterli değildir. (…) Başarılı insanlar, hayatta ellerinden gelen en iyi şey ne ise onu yapan insanlardır ve bunu yaptıkları zaman mutlu olurlar, yorgunluk hissetmezler. Yorulsalar da kolayca dinlenirler.

Kitaptaki bilgiler sosyolojik ve psikolojik pek çok önemli araştırmayla bilimsel olarak destekleniyor.

Yine üzerinde herkesin düşünmesini istediğim ve ‘çok haklı’ bulduğum bir nokta atışı daha var Acar Baltaş’ın: “Uzmanlar tarafından çocuklarına ‘tek, biricik ve harika’ olduklarını söylemeye inandırılan anne ve babalar tarafından yetiştirilen çocuklar da ‘her şey olabileceklerine ve her şeye hakları olduğuna’ inanıyorlar.” Gerçekten öyle, etrafımda bunun örneğini fazlasıyla görüyorum. Sonra o çocuk, bir yetişkin olduğunda hele de iş hayatına atıldığında gel de ayıkla pirincin taşını…

Öfkeyle Dans Edilir Mi?

Önceki ay dünya genelinde yapılan bir araştırmada Türkiye’nin, Avrupa’nın en sinirli ülkesi olduğu açıklandı. Sokağa çıkmana dahi gerek yok, apartman komşun ve hatta ev halkı dahil herkes burnundan soluyor. Öfkelenmek için somut bir sebep de aramıyoruz, gözünün üzerinde neden kaşın var gibi olağanlıklar bile yeterli…

Psikoterapist Dr. Harriet Lerner’ın 1985 yılında yazdığı ancak her sene yeni baskısı yapılan ‘Öfke Dansı’ (Dance of Anger) bu yüzden çok önemli bir kitap. Lerner kitabında özetle, “Öfke çok önemli bir işarettir. Öfke, hissettiğimiz bir şeydir. Her zaman bir nedeni vardır ve ilgi görmeyi hak eder. Hepimizin her şeyi hissetmeye hakkı vardır ve öfke de buna istisna değildir” derken, insanın öfkesini ve bu öfkeyle aldığı kararların sonuçlarını da görüp özellikle kadınların kendileri, ailesi, eşi, çocukları ile ilişkilerindeki basit hataları fark etmesini sağlıyor. ‘Öfke Dansı’ size her şeyi hissetmeye hakkınız olduğunu ama davranma şeklinizi kontrol edebileceğinizi yani yıkıcı bir duyguyu nasıl yapıcı hale getirebileceğinizi, öfkeyle tepinmek yerine onunla nasıl dans edebileceğinizi yalın bir dille anlatıyor.

Bu Travma Ya Bana Ait Değilse…

Netflix’te yayınlanan ‘Zeytin Ağacı’ filmini izleyenler aile dizilimine koştu ve ülkemizde şu anda sanırım en popüler psikoloji konusu bu. Aile dizimi, aile fertlerince yaşanan olumsuz durumların nesiller boyu aktarılması ve en nihayetinde şimdiki zamanda psikolojik veya fiziksel sorunlar olarak kendini göstermesi olarak tanımlanabilir. Yani sözün özü, hiçbir şey seninle başlamadı…

Seninle Başlamadı (It Didn’t Start With You) Psikolog Mark Wolynn’in 2016 yılında yazdığı kitabın ismi. Kitap kapağında “Kalıtsal aile travmalarının kim olduğumuza etkileri ve sorunların üstesinden gelebilme yolları” derken, yazar ise şu tanımı yapıyor: “Bu kitap, kalıtsal aile yapılarını -nesilden nesile acı döngüsünü canlı tutan, bilmeden edinilmiş korkular, duygular ve davranışlar- tanımlamak üzerine, bu döngünün nasıl sonuçlanabileceğine odaklanmıştır.”

Wolynn psikolojik travmaların genetik yoluyla bir şekilde atalarımızdan geçişini anlattığı kitabında, “Çoğu zaman içimizde bir yerde bir sorun olduğunu biliriz ancak ne olduğuyla ilgili kısmını anımsayamaz, tanımlayamayız. Bunun yerine kendimizde sorun olduğunu zannederiz, içimizde bir şeyin bozuk ya da eksik olduğu kanısına varırız” diyor.  Siz de zaman zaman böyle hissediyorsanız yazarın sık sık tekrara düştüğü şerhini de koyarak, bu kitabı okuyun derim ama eğer genetik travmalarınız ile yüzleşecekseniz sonrasında bu konuda işin gerçek bir uzmanından yardım almanız gerekebilir.