Dünyanın En Mutlu Adamından Mutluluk Dersleri / İpek Durkal

Matthieu Ricard ismine mutluluğu anlatan bir belgeselde denk geldim. Hayatını, yaşayışını biraz şaşırarak biraz da ilgiyle izledim. Kendisi, Fransa’da moleküler biyoloji ile ilgilenen bir bilim insanıyken daimi mutluluğun yolunu arıyor, Tibet’e gidiyor ve Budist rahip oluyor. Sonra da Dalay Lama’nın sözcülüğünü üstleniyor.

Medyada ‘Dünyanın En Mutlu Adamı’ olarak bilinen Ricard, meditasyonun beyindeki etkilerini de inceleyen bilimsel araştırmalar yapıyor, mutluluk üzerine kitaplar yazıyor. Psikoloji Doktoru Ilios Kotsou ile bu senenin başında yazdıkları son kitabın adı: ‘Les Folles Histories du Sage Nasreddin’ (Bilge Nasreddin’in Çılgın Hikayeleri).

Kitapta, “13. yüzyılda efsanevi bir karakter, akıllı (ya da deli) bakışını davranışlarımıza, kusurlarımıza diker. Bilgelik dolu, gülümseten ve adil olmak üzerine kurulu hikayeleri ile zihinleri uyandırmayı hedefliyor” diye tanımladıkları Nasreddin Hoca hikayelerinin üzerine yazılan bu kitabı okumayı çok isterdim ancak henüz Türkçe basımı yapılmadı. Onun yerine, Ricard’ın instagramdan takipçisi oldum ve ‘Mutluluğa Övgü’ (Plaidoyer Pour le Bonheur) kitabını aldım.

(Bir Budist Rahip de olsan instagram hesabın yoksa bir hiçsin artık bu dünyada. Neyse bu konuyu es geçiyorum…)

Mutluluğa Övgü ne anlatıyor?

Adından anlaşılacağı üzere, mutlu olmak üzerine yazılmış bir yol haritası. Bu tür kitaplarda okudukları insanın ruhuna o anlık iyi gelse de sürdürülebilirliği çok uzak ihtimal. Yine de şu günlerde anlık bile olsa ‘mutluluk’ ihtiyacı içindeyiz. O sebepten birkaç yerin altını çizdim. Mesela ‘karşımıza düşman olarak çıkan düşünceler’ bölümünü. Düşüncelerini yönetmenin yolunu anlatıyor burada Ricard. Bir de Platon’un ‘En mutlu kişi, ruhunda kötülüğün hiçbir izini taşımayanlardır’ sözü üzerine açılan tartışmayı beğendim. Mutluluk mu iyiliği getirir yoksa iyilik mi mutluluğu? Üzerine gerçekten düşünülesi bir konu. Bence ikisi birbirinden doğuyor. Sizce?

Seninle Yaşadığım Hiçbir Şeyi Unutmadım

Kasım da geldi geçiyor bile… Kuzey yarım kürenin üzerine şiirler yazılan filmler çekilen en romantik ayı: Kasım. O halde romantik bir roman önereyim size…

Birini seviyorsun, ayrılıyorsun ama ayrıldığını o an bilmiyorsun. Biriyle ayrıldığının farkında bile olamadan ayrılmak yani; hayatın getirdiği mecburiyet… Aradan yıllar geçiyor yeniden bir araya geliyorsunuz peki insan kaldığı yerden kaldığı gibi birini sevmeye devam edebiliyor mu?

Stefan Zweig’in 1920’lerde yazdığı tahmin edilen 1970’lerde gün yüzüne çıkan ‘Geçmişe Yolculuk’ (Die Reise in die Vergangenheit) adlı 56 sayfalık aşk romanı, çağdaş dünya klasiklerinin en iyileri arasında gösteriliyor.

“Seninle yaşadığım hiçbir şeyi unutmadım” cümlesinin hakkını veren bir hikaye.

Nerede O Eski Romanlar

Geçmiş yıllarda kalemine ve kurduğu dünyalara hayran olduğum, kitapları dünyada 170 ülkede, 83 dilde yayınlanan ve 320 milyonun üzerinde satan Brezilyalı yazar Paulo Coelho son romanı ‘Okçu’nun Yolu’nu (The Archer)  olimpiyatlarda şampiyonluk derecesi elde ederek göğsümüzü kabartan sporcumuz Mete Gazoz’a adadı.

Kitabın Türkçe baskısını eline alarak kendi sosyal medya hesabından “Mete Gazoz, bu kitabı sana adıyorum. Senin gibi bir okçuluk dehasına kendi okçuluk eserimi sunuyorum. Bu sayede hayatlarımızı daha iyi anlayabiliriz” diyen Coelho,  ‘Okçu’nun Yolu’nda beni bir parça hayal kırıklığına uğrattı. “Yaprak fırtına tarafından ağaçtan koparılsa da yaprak olmaktan çıkmaz”, “En iyi dostlar başkaları gibi düşünmeyenlerdir” gibi klişe cümlelere sık rastlayacağınız bu kitapta Coelho, okuyucusuna bir okçunun hikayesinden çok ‘Işığın Savaşçısının El Kitabı’nda olduğu gibi kişisel gelişim dersleri veriyor. ‘Veronika Ölmek İstiyor’, ‘Piedra Irmağı’nın kıyısında Oturdum Ağladım’ gibi eserlerinin yüzü suyu hürmetine biraz daha Coelho okumaya devam..