Şöhretin Bedelini Çocukluğu ve Gençliğiyle Ödeyen Kadının Hikâyesi / Demet Cengiz

Judy Garland’ın hikâyesi zor… Yazmak için nereden başlamam gerektiğini bir türlü bulamadım. O, hem asla bir çocuk olmasına izin verilmemiş bir sermaye, hem de büyümesine izin verilmemiş bir ergen… Hem büyük başarılara imza atmış, klasik Amerikan sinemasının en önemli on kadın yıldızından birisi, hem de kendini yok etmiş bir karadelik…

Renée Zellweger’a en iyi kadın oyuncu Oscar’ı getiren Judy filmi ile Judy Garland yeniden gündemde… Frances Ethel Gumm adıyla Minnesota’da, artık çocuk istemeyen bir ailenin üçüncü çocuğu olarak 1922’de doğdu. Annesi amansız bir hastalığa tutulmuştu: Çocuklarını ünlü yapma hastalığı… İlk kez sahneye ‘Bebek Gumm’ olarak çıktığında 2 yaşındaydı ve ‘Jingle Bells’ şarkısını söylemişti. Kısa bir süre sonra ise annesinin kurguladığı ‘Gumm Sisters’ üçlüsünde yer aldı ve üç yaşından itibaren sahnelerden hiç inmedi. Aile 1926 yılında Kaliforniya’ya taşındı ve anne Ethel menajerliğini üstlendiği kızlarına pek çok sahne işi ve film ayarladı. Enerjik olsunlar ve erken kalksınlar diye kızlarına sabahları amfetamin, uyuyabilsinler diye akşamları uyku ilacı veren de annelerinden başkası değildi.

Yıldızı Parlıyor

Üç kız kardeş 1934 yılında ‘Garland Sisters’ ismini kullanmaya başladı ve Frances Ethel, ‘Judy’ adını seçti. Kocaman gözleriyle, masum yüzüyle, oyunculuğa yeteneğiyle Judy Garland, kız kardeşlerinden daha parlaktı. Judy Garland’ın bütün hayatını değiştirecek sözleşmeyi, annesi bir yıl sonra MGM ile imzaladı. 1935, Judy’nin babasının dünyadan ayrıldığı yıl olarak da önemliydi.

Bir çocuk yıldızın doğuşu gibi görünen hikâye, aslında sürekli ilaç verilerek bağımlı hale getirilmiş, şahsiyeti ve gençliği heba edilmiş bir kadının trajedisidir. MGM ile sözleşme imzaladığında ne bir çocuktur artık ne de genç bir kız ama stüdyo ondan çocuk gibi görünmesini istemektedir. Amfetamin ve uyku haplarına kilo almasın diye yeni ilaçlar eklenmiştir, sıkı bir diyete zorlanmıştır, memelerini bastıran dar korseler giydirilmiştir. Daha 17 yaşındayken ‘Oz Büyücüsü’ filmi (1939) ile büyük şöhret kazandığında ruhu ve bedeni üzerinde taşıdığı yük, çoktan ağırlaşmıştı.

Erken Annelik

Aynı yaşta hayatının aşkı David Rose ile tanıştı. İlk hamileliği, annesinin ve stüdyonun zorlamasıyla illegal bir klinikte sonlandırıldı. Sürekli ona istemediği şeyleri yaptıran annesinin ve stüdyonun baskısından kurtulmak için David Rose ile iki yıl sonra evlendi. Annesi ve stüdyo, ‘Oz Büyücüsü’ filmiyle elde ettiği ‘masum kız’ imajına zarar vereceği için evlenmesine de itiraz etmişti zaten. Ancak aradığı huzuru bulamadı ve resmi olarak 1944’te boşandı. Boşanmadan bir yıl önce başladığı psikoterapi sayesinde kendini toparlamış, bağımlılıktan kurtulmuştu Judy.

Eşcinsel olduğu söylenen yönetmen Vincente Minnelli ileMeet Me in St. Louis(1944) filminin çekimlerinde tanıştı ve dedikodulara kulağını tıkayıp 1945’te evlendi. İlk çocuğu Liza Minnelli bir yıl sonra doğdu ve Judy için hayat kısa bir süre de olsa huzurlu aktı, ta ki yeniden MGM’in stüdyolarına hızlı bir dönüş yapana kadar. Yeniden kilo vermesi istenen Judy Garland, yeniden bağımlılığın kıskacına düştü. Kariyerinde ve özel hayatında ayağına dolanan asabi, dengesiz, güvenilmez, disiplinsiz gibi sıfatlarla o yıllarda anılmaya başladı. Derin depresyon, ağır endişe ve intihar girişimleriyle gazetelerde boy gösterdiğinde henüz 30 yaşında bile değildi. 1950 yılında, MGM’in kovduğu Judy Garland, bir yıl sonra yönetmen kocasından da boşandı.

Çok geçmeden üçüncü ve en uzun süren evliliğini Sidney Luft ile yaptı. Diğer iki çocuğunun (Lorna ve Joseph) babası da Sidney olacaktı. Sidney Luft, Judy’nin menajeri oldu ve beyaz perdeye verdiği ara, ‘A Star Is Born’ (1954) filmiyle son buldu. 1950’ler Judy Garland’ın daha çok şarkı söylediği ve müzikallerde yer aldığı dönemdi. Çocuk yaşta edindiği ilaç bağımlılığı Judy’nin özel hayatını da kariyerini de hep altüst etmişti ve bu bağımlılığa neden olan annesinin otoparkta kalp krizi geçirip ölmesinin ardından, acısını dindirmek için ilaçlara sığınmıştı.

Yanlış Seçimler

Alkol, ilaç bağımlılığı, parasızlık… Hızla çocuk yaşta çıktığı şöhret dağında savrulup durmuştu. Özel hayatında da pek isabetli seçimler yapamıyordu. Judy’ye fiziksel şiddet de uygulayan Sidney Luft, karısının kazandığı Oscar heykelini satmaya çalıştığı için Akademi’nin yasaklıları listesine girdi. Mark Herron ile yaptığı dördüncü evliliği de büyük bir hayal kırıklığıyla son buldu. Ve hayatının sadece son üç yılında evli kalabildiği beşinci kocası Mickey Deans…

Biseksüel olduğu iddia edilen bir baba, çocuklarını sermayeye dönüştürmüş bir anne, acımasızlık ve zorbalıklarla dolu sahne kariyeri, zirvede yalnızlık, bazıları gizli eşcinsel şiddet eğilimli kocalar, sinir krizleri, intihar girişimleri, kapıyı yüzüne kapatan şöhret olmuş evlat… Judy Garland, Hollywood trajedilerinde yer alan her klişeyi hayatında barındıran bir yaralı ruh…

‘Somewhere Over The Rainbow’ şarkısıyla taşı bile ağlatan Judy Garland’ın yaşamı, bir otel odasında aşırı dozla sonlandı. Ölümünden sonra pek çok kez onurlandırıldı, ödüllendirildi. Trajik yaşamı, şöhret peşinde koşanlara, çocuğunu yıldız yapmaya uğraşanlara bir uyarı oldu.