Durup dururken içimiz sıkılıyor… Hüzün var ruhumuzda da tam hüzün de değil aslında… Ya da sebepsiz yere tuhaf bir mutluluk hissediyoruz… Her biri her gün hatta her an değişebilen duygularımızdan sadece birkaçı.
Tabii ki Antik Yunanlar gibi, öfkeyi hastalıklı bir rüzgârın getirdiğine ya da çölde yaşayan ilk Hristiyanlar gibi, can sıkıntısını kötü niyetli şeytanların ruhumuza yerleştirdiğine inanmıyoruz ama yine de duygularımızın sebepleri ve tam olarak ne isim vermemiz gerektiği konusunda emin değiliz.
Sahi şu anda tam olarak ne hissediyoruz?
Duygular Sözlüğü
Duygular üzerine akademik kariyer yapan Tiffany Watt Smith’in yazdığı ‘Duygular Sözlüğü’ (Book Of Human Emotions) dünyanın farklı coğrafyalarında ve farklı kültürlere ait 154 duyguyu tanımlıyor.
The Guardian kitap için ‘Duyguların belirsizliğini kelimelerin kesinliğiyle giderme dürtüsü. Duygularla dil arasındaki bağlantıyı görmek büyüleyici’ diyor.
Gerçekten öyle. Örneğin ben, birinden yardım almayı pek sevmem. Bunu, minnet etme istememe arzusu sanıyordum. Oysa hissettiğim tam olarak ‘Greng Jai’ imiş. Tayland’da, ‘zahmet olacak diye karşısındakinin yardımını kabul etmek konusunda yaşanan isteksizlik’ olarak tanımlanıyor ‘Greng Jai’.
Deli deli şeyler yapma fikri hangimizde yok? Elinizde çok pahalı olduğunu bildiğiniz bir fincan var, onu bir anda yere atıp tuzla buz olmasını görmek düşüncesi kimde heyecan uyandırmaz? Fransız sosyolog Roger Caillois’ya göre bu anlık saçmalama duygusunun adı ‘ilinx’ ve tanımı da ‘amaçsız yıkımdan duyulan garip heyecan’.
Evsiz birinin kayıp bir cüzdan bulup onu sahibine teslim ettiğini gördüğümüzde neden gözlerimiz yaşarıyor? Başkası adına hem acıma hem de gurur karışımı bu duygunun adı Japonlar’a göre ‘İciraşi’ (İjirashii). Japonya’da bu his el üstünde tutuluyor.
Diyelim ki, bir arkadaşınız size göre hep çok daha iyi mevkilerde çalıştı ama bir gün geldi her şey tersine döndü. Sizi aradı ve işten çıkarıldığını söyledi. Onu teselli ettiniz, kısa sürede daha iyi bir işte çalışacağından emin olduğunuzu belirttiniz. Tabii ki üzüldünüz ama içinizin bir yerinde de derin bir rahatlama hissediyorsunuz. Gayrimeşru bir keyif anı… İşte bunun adı ‘Schadenfreude’. Almanca ‘zarar’ ve ‘zevk’ sözcüklerinden oluşan bu kelimeyi Yunanlılar ‘Kötülüğe sevinmek’ olarak tanımlamıştı. Bir başkasının başına gelen talihsizliğe karşı hissettiğimiz beklenmedik heyecan, lezzetli ve gizlenen bir insani zevk.
Kitabın sayfalarını karıştırdıkça duyguların yanı sıra dünyanın farklı kültürlerine dair de bilgileniyorsunuz. Örneği bizler, arkadaşlarımızla paylaştığımız bir tabaktaki son lokmayı almamaya ayıp olmasın diye dikkat ederiz. Oysa İspanya’da bu durum sandığımızdan daha ciddi. O son lokmayı almak, saygınlık ve onurla ilintili. Hatta onu alan kişi için bir utanç kaynağı…
Belki de Sorun Sende Değil Çevrende?
Duygularımızı isimlendirdik, tanıdık peki ya günümüzün en yaygın hastalığı depresyon ne olacak? Çoğu zaman sebebini bile tam anlamıyla anlamadan antidepresan ilaçlarla baskılıyoruz duygularımızı. Britanyalı yazar ve gazeteci Johann Hari ‘Kaybolan Bağlar’ (Lost Connections) adlı kitabında kendisinin de uzun yıllar mücadele ettiği depresyonun altında yatan nedenleri ve olası çözümlerini bulmak için çıktığı yolculuğun hikayesini örnekler, araştırmalar ve bilimsel sonuçlarla anlatıyor. Dünyadan, önemsiz olduğu mesajını alan insanlar, yolun sonuna geldiğini sananlar ya da en önemlisi, ‘benim serotonin (mutluluk hormonu) miktarım çok azmış o yüzden mutlu olamıyorum’ diyenler bu kitabı mutlaka okumalı. Belki de bizi ‘delirten’ şey bize söylendiği gibi ‘beynimizden’ kaynaklanmıyordur. Sorun bizde değil çevremizdedir?
Her Türlü Yüzleşmenin Kitabı
Peki ya duygularımızı itiraf edebiliyor, kendimizle ya da başkalarıyla yüzleşebiliyor muyuz? Psikoterapist Tuğçe Işıyel ‘Ya Hiç Karşılaşmasaydık’ adlı kitabında edebiyat, felsefe ve psikoterapiyi harmanlayarak okuyucuya sunuyor. Isıyel denemelerinde insanın kendisiyle, ailesiyle, dostlarıyla, sevgilisiyle, eşiyle, çocuğuyla, yaşadığı yerle ve hatta geçmişiyle kurduğu ya da kuramadığı her türlü ilişkisine nokta atışı yapıyor.
Bu kitap sayesinde de zaman zaman nasıl iyi bir ‘hamarat tembel’ olduğumu öğrendim. Diyor ki Isıyel, “Sürekli bir şeyler yapmak, bir şeyler için çabalamak, bir şeyleri kovalamak hayatın akışını kontrol edebileceğimiz yanılsamasını yaratıyor.”
Bu yüzden alternatifleri çoğaltma eğilimdeymişiz. Bazen ‘hamarat tembellik’ yapmak gerekliymiş. O da ne derseniz, yine Isıyel söylesin: “Herhangi bir şeyi hayatımızın merkezine almadan ya da şöyle söyleyeyim, hayatın kendisini merkeze alarak olan biten her ne ise onunla hem hal olma hali… Geleceğe doğru koşmadan, seçenekler arasında boğulmadan, ilişki uğruna, herhangi bir şeyi bulmak uğruna telef olmadan durabilme ve hayatın akışındaki karşılaşmalara kucak açabilme hali.”